Yüzyıllar süren ve Anadolu’ya yerleşmekle sonlanan büyük göçün başlangıç noktalarından birindeyiz... Göz alabildiğinde uzanan çayırlar, ileride ulu dağlar.... Sağımız, solumuz, her yanımız sadece doğa... bildiğimiz doğa gibi değil ama... hiç el değmemiş.... hiç dokunulmamış... hiç örselenmemiş.... adeta oluştuğu ilk günkü gibi duran, azametli, karşısında ufacık ve çaresiz hissettiğiniz ve önünde büyük bir saygıyla eğildiğiniz, fotoğraflara bile sığmayan, sözcüklere bile dökülemeyen muazzam bir doğa.....
Burası Güney
Sibirya’daki Altay Özerk Bölgesi.... Az sayıdaki yaşayanlarının büyük bir
kısmının halen Şaman olduğu, Gök Tanrı’ya, doğaya taptığı yaman ve çetin bir
coğrafya.... Gideni çok, geleni ise neredeyse hiç yok olan topraklar... Ve biz,
bu topraklarda, yüzyıllar önce atalarının kervan kervan terkettiği bu
topraklarda, tarif edilemez duygularla başı dönmüş bir grup insan...
Altay Özerk
Bölgesi’ne gitmek maalesef çok zor... Kendi kendine gitmeye kalkışmak her baba
yiğidin harcı değil: bölgede turizm
henüz yeterince gelişmemiş... Var olan kör topal turizm ise sadece şehirlere
yakın bölgelerde... gerçekten bölgenin içerilerine gitmeye heveslenirseniz, ne
doğru dürüst bir yol var, ne yemek yiyecek, konaklanacak düzgün bir yer, ne de
işleyen bir sistem... Zaten Rusça dışında kimse bir dil bilmiyor... O yüzden bu
coğrafyaya gitmek isterseniz elinizdeki tek imkan, sayısı bir elin parmağını
geçmeyen, kültür turizmi odaklı çalışan turizm şirketleri...
Öte yandan,
buraları görmek istiyorsanız, elinizi çabuk tutmanızda da fayda var: bölgeden
çok yakında doğal gaz boru hattı geçirilecek ve ayrıca Rusya, Altay Özerk
Bölgesi’ni ülkenin kumarhane merkezi yapmaya karar vermiş... Yani kısacası, 10
yıla kalmadan, bu bakir topraklar, maalesef, insanoğlunun bitmez tükenmez
tahribatından fena halde payını alacak....
Altay Türkleri ile karşılaştığınızda, kulağınıza tanıdık gelen birkaç sözcük dışında ortak bir dili konuşamıyor olsanız da, günümüz yaşantısında neredeyse ortak hiçbir şeyimiz kalmamış olsa da, bu topraklarda dolaşırken, atalarınızın izinden gittiğinizi hissediyorsunuz.... Karşılaştığımız bir Altay Türkünün söylediği sözler aslında gerçeğimizi çok güzel özetliyor: “yüzyıllar önce, siz bu yoldan gittiniz, biz ise burada kaldık; tek farkımız buydu”.....
Coğrafya
Yaklaşık
Fransa’nın yüzölçümü kadar bir bölgeyi kaplayan Altaylar’ın yarısından fazlası
orman ve dağlık. Bölgede
20.000’den fazla nehir, 1000’den fazla göl bulunuyor.
Yüksek bölgelerdeki
donmuş toprak (termofrost) tarımı imkansız kılsa da, kurganların yani
mezarların içindeki pazırık adı verilen ahşap gömütlerin günümüze kadar
korunmasını sağlıyor. Zaten bölgedeki tarihsel çalışmaların en büyük kaynağı bu
kurganlar ve petroglif denen kaya resimleri
Güzergah
Altay Özerk
Bölgesi’nin büyüleyici doğasına ve tarihine ulaşmak için, önce şehirlerde
birkaç gün geçirmeniz gerekiyor. THY’nin İstanbul-Novosibirsk direkt uçuşları
sayesinde ulaşımın ilk bacağı hayli kolay olsa da, Novosibirsk’ten sonrasında
karayoluyla ilerlemekten başka çare yok.
Bu kadar büyük
bir bölgeyi gezerken birer gece konaklayarak bir plan yapmak gerekiyor. El
değmemiş topraklara varabilmek ve bir anlamda o toprakları “anlayabilmek”
için, önce Barnaul, Biysk, Çemal ve Gorno
Altaysk gibi şehir ve bölgeleri gezmek gerekiyor.
O eşsiz doğaya ise, ancak kuzeyden güneye mesafesi 78 kilometre olan Teletskoye Gölü’nün güneyine ayak bastığınızda ulaşabiliyorsunuz. Dönüş ise, Koçevnik, Çemal, Gorno Altaysk ve Barnaul üzerinden oluyor.
O eşsiz doğaya ise, ancak kuzeyden güneye mesafesi 78 kilometre olan Teletskoye Gölü’nün güneyine ayak bastığınızda ulaşabiliyorsunuz. Dönüş ise, Koçevnik, Çemal, Gorno Altaysk ve Barnaul üzerinden oluyor.
Teletskoye
Gölü’nden itibaren, şehir bölgesine ulaşana kadar, 4x4 araçlar dışında
ilerlemek için pek fazla alternatifiniz yok. Asfalt yok yok, toprak yollar ise
hayli zorlu
Şamanizm
Bu bölgede
gerçek şamanlarla tanışmak artık neredeyse imkansız. Ama Barnaul, Biysk ve
Gorno Altaysk’taki müzelerde şamanizmle ilgili çok önemli ve kapsamlı bilgi,
belge ve görseller bulmak mümkün.
Şamanizmin
özünde yer, gök ve yerin altından oluşan üçlü bir düzlem yer alıyor. İlk şamanların
hep kadın olduğu biliniyor. Şamanlar
ibadetlerini dağ yamaçlarında yapıyor. Anadolu’da da
bir dönem kullanılan 12 hayvan takvimi, bazı yörelerde halen kullanılıyor. Şamanist
geleneğin bir parçası olan dilek ağaçlarına halen çok sık rastlanıyor.
Şamanın
giydikleri ve kullandıklarındaki her detay aslında sembolizm içeriyor. Örneğin, giysisindeki 9
kabuk, gökyüzünün dokuz katını simgeliyor. Sırtındaki
insan figürü sayısı, içgörülerinde şamana yardımcı olan ruhların sayısını
gösteriyor. Kullanılan kuş
figürü, insanın ruhunu gökyüzüne taşıyan aracıyı temsil ediyor. Eğer
başlığında tüy varsa (genelde tüy olmuyor), bu durum, o şamanın Gök Tanrı ile
çok yakın olduğu anlamına geliyor.
Kaya Resimleri (Petroglifler)
Denizden 1280
metre yükseklikteli Karakol Vadisi M.Ö. 3000 yılından günümüze kalan ünlü
Kalbak-Taş kaya resimlerine ev sahipliği yapıyor. Yörede yaşayan yerli bir
kadın, kaya resimlerinin korunmasından sorumlu ve gelenlere resimlerle ilgili
açıklamaları yapıyor, tabii ki tüm açıklamalar Rusça, bu nedenle eğer Rusça
bilmiyorsanız, yanınızda bir tercüman olmadan anlatılanları anlamak mümkün
değil.
Çok nadir görülen vahşi bir kediden, doğum yapan kadına, miğfer takmış savaşçılardan, Umay efsanesine, bu petroglifler dönemin hem günlük yaşamını, hem de inanışlarını resmediyor
Kaya
resimlerinin bir kısmı çok daha ince hatlı, farklı bir teknikle yapılmış: işte
bu farklı olanların bölgedeki Türkler tarafından yapıldığı belirtiliyor ve M.S.
500-600 yıllarına tarihlendiriliyor
Teletskoye Gölü
Altay
Türkçesi’nde “Altın Köl” adı verilen ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer
alan Teletskoye Gölü, 70 tane nehrin suyunu boşalttığı, kuzeyden güneye
mesafesi 78 kilometre olan çok büyük bir göl.
240 metre
derinliğindeki gölün yüzeyinde, kışın 1 metre kalınlığında buz tabakası
oluşuyor. Gölün doğu
yakası doğal park ve bu bölüme herhangi bir tesis, ev, baraka kurmak bile
yasak. Batı yakasında ise, sayıları çok çok az olan ahşap evler göze çarpıyor. Gölün
manzarası İsviçre Alpleriyle yarışacak kadar etkileyici. Kanocular
burayı mesken edinmiş durumdalar.
Gölün güney
yakası itibariyle, medeniyetten çok uzak bir bölgeye adım atılmış oluyor...
Buralardaki ortam ortaçağı andırırcasına el değmemiş: az sayıdaki kampta ne
elektrik var, ne su, ne de kanalizasyonla işleyen bir tuvalet sistemi... Herşey
ilkel ama yine de temiz....
Katu Yarık
Ünlü Ergenekon
Destanı’na konu olan yer işte burası: Katu Yarık... Gerçekten, destanda bahsi geçen
geçit vermez dağların, demirleri eriterek yarılması hayaline ilham kaynağı
olacak bir coğrafya burası.... Muazzam
dik dağlar ve ortasında daracık, yemyeşil bir vadi... Bu bölgedeki dağların
bakır ve gümüş zengini olduğunu da düşünecek olursak, destanın yine de gerçekle
az da olsa bağlantısı olduğunu söyleyebiliriz.
Tabii ki
gerçekte bu vadi, milyonlarca yıl önce burada olan buzulun erimesiyle ortaya
çıkmış bir boşluk ve bugün adeta dağların yırtılmasıyla oluşmuş bir yarık gibi
duruyor...
Bu bölgenin en
güzel manzarasını görebilmek için, 9 virajlı 600 metre yükseklikteki yamacı
tırmanmanız gerekecek. Yaya olarak çıkmayı göze alanlar çok az sayıdaki,
fiziksel performansı güçlü kişiler... Araçla çıkmak ise tam bir macera: 4x4’ler
bile zorlanıyor, yolda arada durursa, yeniden kalkması bile çok çok zor
oluyor....
Ukok
Prensesi
Bölgeye gelen
az sayıdaki turisti çeken en önemli etken ise Buz Prensesi de denen, yerel
halkın ise sadece “kadın” diye adlandırdıkları “Ukok Prensesi” lakaplı mumya. Denizden 2000
metre yükseklikteki Ukok Platosu’ndaki pazırıkta 1993 senesinde bulunan bu
mumyanın 2500 yıllık olduğu tespit edilmiş.
25-30 yaşlarında, 1.65 boyunda bir kadına ait olan ve neredeyse hiç bozulmadan günümüze ulaşan bu mumyanın en ilgi çeken özelliği ise her iki kolunu da kaplayan dövmeler: özellikle sol omzundaki ağzı grifonu andıran geyik ve diğer kolundaki kar leoparı dövmesi görenleri çok etkiliyor. Dönemin inancına göre, ölüyü gökyüzüne taşıyacak 6 atla birlikte gömülmüş bu kadının, gömütte herhangi bir silah olmaması nedeniyle, bir savaşçı değil de, şaman ya da kutsal bir kişi olduğu düşünülüyor.
Yapılan DNA
testi sonucu, Altay kökenli değil Hint-Avrupa kökenli olduğu tespit edilmiş
olsa da, Altay halkı Ukok Prensesi’ni sahiplenmiş durumda. Hatta bulunduğu
yerden alınıp Gorno-Altaysk’taki Anohin Altay Cumhuriyeti Kültür, Tarih ve
Arkeoloji Müzesi’ne taşınmış olmasına bile büyük tepki gösteriyorlar.
Homey (Gırtlak Şarkıları)
Altay’ın
“homey” adı verilen meşhur gırtlak şarkılarını dinlemek için özel seanslar
gerekiyor. Altay dilinde bu şarkılara “kai” deniyor, yani tabiat ananın
nefesi... Bu şarkıları söyleyenlere ise “kaichi” ismi veriliyor. Ama
“kaichi”lerin aynı zamanda bilge insanlar olması, ”gökyüzünü yeryüzüne getiren
insan” olması gerekiyor.
Kaichi’ler
gırtlak şarkıları dışında, her türlü hayvanın sesini de çıkartabiliyor ve ara
ara farkedilen Türkçe sözcüklerle bezeli ezgilere çok farklı yöresel
enstrümanlarla eşlik ediyor
Yeme-İçme
Bölgede
şehirdeyseniz, istediğiniz mutfağın yemeğini bulmak mümkün. Ama kırsal kesime
geçtiğiniz anda, önünüze ne geliyorsa onu yemek gerekiyor, alternatifiniz
yok...
Tabii ki,
gelmişken Rus ve Altay spesiyalitelerini mutlaka denemekte fayda var: kvas adı
verilen kekremsi bir tadı olan Rus içeceği, borç çorbası, kabaklı çörek olarak
tanımlanabilecek piroşki, özellikle bir tür mantı ya da ravioli diyebileceğimiz
pelmeni mutlaka tadılması gerekenler listesinde.
Bölgede en
ilginç yiyecekleri, tabii ki kırsal kesime geldiğinizde tadıyorsunuz... Mesela
paça: bizim mutfağımızda sadece çorbasını içtiğimiz paçayı Altaylılar haşlanmış
et şeklinde tüketiyor. Paça, doğal olarak hemen donduğu için, gelen sıcak
kasenin içine sokup çıkartılarak, yağı eritiliyor ve yemeye devam ediliyor.
Banya
Rusların ünlü
saunası “banya” başlı başına bir tören. Özellikle musluk suyu olmayan yerlerde
konakladığınızda, zaten temizlenmek için tek şansınız bu banyalar.
Buhar banyosu
gibi işlev gören ve her zaman yakındaki nehrin yanına inşa edilmiş tahta
kulübelerin içinde önce bol bol ter atıyorsunuz, sonra da koşa koşa buz gibi
akan nehre dalıp çıkıyorsunuz... Nehirde biraz yüzeyim demenize imkan yok: hem
akıntı her yerde çok güçlü, hem de bir dakikadan sonra hipotermi riski var.
Mimari
Bölgenin çetin
koşulları ve bina yapımında ahşap kullanılması, çok geçmişten bugüne herhangi
bir yapı kalmasına maalesef izin vermemiş. Büyük şehirlerde dahi, sürekli çıkan
büyük yangınlar sonucu, 1800’lere kadar geri giden bina sayısı ya 10 ya 20...
Kırsal kesimdeki kulübelerden, şehirlerdeki iki üç katlı eski yapılara kadar, tüm ahşap yapılarda, pencere kenarlarında süsler görülüyor. Rus kültürüne ait bu süslere nalinchki deniyor ve kötü ruhların eve girmesini engellediğine inanılıyor.
Büyük şehirlerde, son yıllarda renove edilmiş soğan kubbeli kiliseler heybetli bir şekilde yükseliyor. Ancak kiliselerde kurallar çok sıkı: kadınların mutlaka kafalarını kapatmaları, erkeklerin mutlaka kafalarını açmaları isteniyor. Kiliselerin avlusunda ya da bahçesinde açık alanda bile sigara içilmesine, yüksek sesle konuşulmasına izin verilmiyor.