Bazen oluyor: kimselerin ayak basmadığı coğrafyalara seyahat yapıyorsun ama dünyanın en çok turist çeken şehirlerini ancak 40'ından sonra görebiliyorsun... Londra da, işte bizim için öyle bir destinasyon oldu. İş için gidip, seyahati birkaç gün uzatıp, "101 London" yani "Londra'ya Giriş İlk Adım" şeklinde bir deneyim yaşadık. 3 günlük süremizi, kendi ilgi alanlarımızla en çok örtüşecek keşiflere göre planladık ve şehrin düz ayak olmasından da faydalanarak mümkün olan heryeri yürüyerek gezdik.
Tabii ki yetmedi ve tabii ki en kısa zamanda kaldığımız yerden devam etme planlarına döner dönmez başladık... İşte bu 3 günlük sınırlandırılmış ama herbir deneyimi içimize doya doya sindirilmiş seyahatten tavsiyeler:
National Gallery:

British Museum:


Sınırlı süremiz olduğundan biz müzede iki bölüme odaklandık: Halikarnas Mozolesi ve Antik Mısır buluntuları. Her ikisinin de çok etkileyici ve muazzam olduğunu belirtmeliyim. Müzenin geri kalan bölümleri ise, artık bir sonraki Londra'da seyahatinde keşfedilecek, öyle not aldık kendimize...
Victoria & Albert Museum
Ücretsiz olan bu müze de her gün 10:00-17:45, Cumaları ise 22:00'ye kadar açık. Biraz "her telden" tabir edilebilecek bir koleksiyonu var. Ama bu sakın zayıf bir koleksiyon olduğu anlamına gelmesin: Rodin'in heykellerinden, Hristiyanlığın en erken dönemlerinden kalan eserlere; tarihte kadın elbiseleri sergisinden, Art Nouveau posterler serisine; Delacroix'nın resimlerinden, Trojan Sütununun başta geldiği alçı replikalara çok geniş ve çok zengin bir koleksiyonu var bu müzenin de... Yine en az 4-5 saat ayrılırsa ancak üstün körü gezilmiş olabileceğini unutmamak lazım.

St-James Park
Londra ve ünlü parkları... Şehrin içinde bu kadar büyük, bu kadar doğal, bu kadar el değmemiş bir parkı görmek, biz beton yığını içinde yaşayan İstanbullular için çok şaşırtıcı, "insan hayret ediyor" adeta... Günlük yaşamın içinde, okula, işe giderken, hadi şu parka gireyim deyip sincapları, kuğuları, ördekleri görebilmek; işteyken öğle arasını bir sandviçle bu parkta geçirebilmek; hafta sonu evinden çıkıp birkaç adım atarak kitabını bu parkta okumak, ne büyük nimet... Bunu ancak bizim gibi bitki örtüsü TOKİ olan ülkelerde yaşayanlar anlayabilir sanırım....
Hyde Park

Burası da Londra'nın nefes aldığı parklardan biri. Her ne kadar çok bakımlı ve güzel olsa da, illa bir tercih yapacaksak, biz St-James Park'ı tercih ederiz. Burası biraz daha insan eli değmiş, üzerinde çalışılmış bir izlenim bırakıyor insanda, diğeri kadar doğal değil sanki.
Portobello Pazarı
Londra'ya gelip de bu sokak pazarında dolaşmamak büyük ayıp olur... Antikacısından meyvecisine, mantarcısından şapkacısına binbir çeşit tezgah, herbiri farklı, herbiri renkli... Bir uçtan ötekine, illa birşey almaya gerek yok, tezgahları seyrederek ilerlemek bile o kadar büyük bir keyif ki....

Notting Hill
Julia Roberts ve Hugh Grant'in başrollerini paylaştığı aynı isimli filmden tanıdığımız bu bölge, kapı fotoğrafı çekmeyi sevenler için en doğru adres. Ne kapılar, ne renkler, ne binalar.. Küçük küçük, bakımlı, çiçeklerle bezenmiş.... Tam girişinde "The Sun in Splendor" isimli bir pub var ki, ortamının tadına doyum olmaz. Bir de orada bir bira söyleyeceksin, iyice İngiliz ortamına gireyim diyorsan yanında bir de "fish & chips" sipariş edeceksin, barmenle sohbet edeceksin.... Ne keyif ne keyif....
Covent Garden

Soho-Kensington-Regent Street
O ünlü Soho'yu da gezdik tabii ama çok şey anlayamadık ana hedeflerimizden olmadığı için... Ama bir tavsiye: hafta sonu herhangi bir rezervasyon yaptırmadan hiçbir yerde öğle yemeği için dahi yer bulmanız mümkün değil, aklınızda olsun...
Kensington muhteşem bir semt, ev değil adeta malikane dolu, biz bayıldık...
Regent Street tam turistik, bir tür eski İstiklal Caddesi ya da Paris'in Champs Elysées'si... görmedim demeyin, onu da gezin ama gitmezseniz de büyük kayıp değil....

Bir de tabii konaklama konusu var. Biz karar verdik, bir sonraki gelişimizde eğer Airbnb yapmazsak, kesin bir kez daha Covent Garden'a yürüyerek 1 dakika bile uzaklıkta olmayan Strand Palace Hotel'de kalacağız. Eski bir otel ama o kadar merkezi ki, metroya bile gerek kalmadan her yere, müzelere, parklara, müzikallere yürüyerek ulaşabiliyorsunuz ve fiyatları da çok makul...
İşte 3 günlük bir Londra seyahatinden geriye kalan satır başları... darısı diğer Londra seyahatlerine....
