31 Mayıs 2018

BİR PLAZA KADINININ DOĞADA KAMPLA İMTİHANI


Geçen sene bugünlerde hayatımın ilk kamp deneyimini yaşadım. Çok hevesle ve heyecanla giriştiğim bu macera bende çoğu yemyeşil ve dingin güzel anılar bıraktı. Öyle tutkunu oldum diyemem her hafta sonu gideyim şeklinde... Ama isterim ki gidebileyim her sene birkaç kere, tercihan ayrı mevsimlerde... o sükuneti, o içe dönmeyi, o doğa karşısında hiçleşmeyi tekrar deneyimleyeyim....Ama tabii yanımda kamp işine çok hakim insanlar olması koşuluyla... Zira itiraf etmeliyim ki, ilk kamp deneyimimde konu mankeni olmak ve bolca fotoğraf çekmek dışında pek aktivitem olmadı...


Bu işin önce bir hazırlık bölümü var. O aşama konusunda maalesef paylaşabileceğim çok şey yok, çünkü ben hazıra kondum. Çanak çömleğimizden çadırımıza, uyku tulumumuzdan yiyecek içeceğimize herşey kamp uzmanı hatta gurusu diyebileceğim ekip arkadaşlarım tarafından hazır edilmişti zaten. Ben sadece kendimi hazırladım... Gerek yok denmesine rağmen makyaj eşyalarımı yanıma almış olmam herhalde ne kadar kamp cahili olduğumun başlı başına göstergesi olsa gerek... Bir kez ruj bile sürmedim 3 günlük kampımız boyunca, aklıma bile gelmedi hatta....


Önemli bir husus daha: çoğu kamp bölgesinde değil Internet, telefon bile çekmiyor... Yani Instagram'da story paylaşayım, Twitter'a bakıp neler oluyor öğreneyim, şirketten gelen e-mailleri cevaplayayım diye beklentileriniz olmasın, kamp demek dijital detoks demek... İlk başta ürkütücü, sonra alışınca ise çok ama çok keyifli....


Gittiğimiz yer ormancılar dışında, köylülerin bile geçmediği bir yayla.. Yine kamp arkadaşlarımın önceden bildiği bir yer... Ben daha yolda vazgeçmiş ve geri dönmüş olurdum eğer tek başıma olsam: 3 cip arka arkaya, çamurların içinde bolca kayarak, bolca batıp saplanarak ve çıkarak ilerlemek gerekiyor bir yerden sonra yol olmadığı için...


Kamp için seçilen yere ulaştığımızda ise hem bir ferahlama hem de bir hayranlık kapladı beni... Yemyeşil ama öyle böyle değil cidden yemyeşil bir ortam, göz alabildiğince yeşil... Şırıl şırıl bir su sesi, ki suyun kamp yeri için çok önemli olduğunu sabah yüz yıkama, yemeklerden sonra kapkacak yıkama ve benzeri yıkama süreçlerinde ben de anlamış oldum... suyun yaz mevsiminde bile ellere hipotermi geçirtecek soğuklukta olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.... Tabii bolca yakacak odun da lazım ki, geldiğimiz yer bu açıdan çok zengindi...

Kampın kurulması aşaması, bilmeyenler için gelsin, önce ateşin yakılmasıyla başlıyor... Zaten ilk insanların neden ateşe taptığını da kamp yaparken anlayabiliyor insan: herşey o ateşin etrafında dönüyor, ateş olmasa hayat duruyor... O yüzden ateş önemli, ateşin hiç sönmemesi daha da önemli...                 

Ateşten sonra çadırı kurma aşaması başlıyor... Açıkçası bu aşamada da ben daha ziyade "şunu tut", "orada dur", "ipi ger" gibi aktivitelerin sorumlusu oldum sadece, birileri kurdu ben de yardım edermiş gibi yaptım... Ama ortaya konforlu bir çadır çıktı... Konforlu olduğunu sonradan idrak edebildim o başka, çünkü ilk gördüğümde, "biz bu ufacık yerde nasıl yatacağız" nidaları içindeydim, ama tüm günü açık havada geçirip yatmak için çadıra ilk girdiğim andan itibaren, en şık otelin kuştüyü yatağında hissettim kendimi ve böylelikle kendimce Einstein'ın izafiyet teorisini de kıssadan hisse deneyimlemiş oldum....

Çadır bitince sıra oturma bölgemizi hazırlamak, alet edevatı yerleştirmek, kim nereye hacet edecek (ki çok önemli bir husus, lamı cimi yok, doğada hacet gidereceksiniz, ayıp değil bildiğin zorunluluk) onu kararlaştırmak gibi işlemlere geliyor... Bu arada ateşi de hep harıl harıl tutmak lazım, onu bir daha vurgulayalım... Zaten bunlar olup biterken yemek saati yaklaşıyor... Yemekler genelde kamplarda ateş üstünde sucuk, et pişirmek şeklinde oluyor... Biz de onları yaptık ama dedim ya, yanımızda kamp gurularımız vardı... Bir öğlen, 7-8 saat ateşte pişmiş güveç, bir sabah ise menemen gibi kampçılık sınırlarını zorlayan yemeklerimiz de olmadı değil... İtiraf ediyorum yalnız, o güveç var ya o güveç, 7-8 saat ateşte pişen güveç... işte o, o bir efsaneydi....
             

Gece uyumak ise, işte ben orada biraz zorlandım... Etrafta keskin bir sessizlik var... Ve bu sessizlikte yattığınız yerden yaprak kıpırdasa duyuyorsunuz... Ve o yapraklar sürekli kıpırdıyor... hayvan ulumaları ki biz tilki ulumasına denk geldik, aman allahım, o ne korkunç ses, Blairwitch filminin ses efektleri yanında hiç kalır, işte o hayvan ulumaları ne kadar derin uyursanız uyuyun zıplatıyor insanı yerinden... Devamlı bir hışır hışırlık ki, onlar da etrafta dolaşan hayvanların hışırtılarıymış, sabah uyanınca taze dışkılarından anladık. Kısacası geceleri ben korktum biraz... Her türlü önlemimiz vardı hayvanlara karşı ama ben yine de korktum... Sadece hayvanlardan değil, ruhlardan falan da... O biraz bana özgü olsa gerek ama bulunduğumuz topraklarda geçmiş yüzyıllarda kaç tane savaş olmuştur, kimler ölmüştür gibi düşünceler sarınca beni, bir de üzerine tilki ulumaları, itiraf ediyorum geceler benim için biraz kabus oldu....

Ama gün ışıyınca, sabah hafif bir sis altındaki o doğa, o tazelik, o el değmemişlik... işte var ya, ona paha biçilmez... O yeni başlayan günün zindeliği, o cıvıl cıvıl kuş sesleri, ağaçların altında hafifçe ürpererek oturmak, ateş çıtır çıtır, çay fokurduyor bir yandan, hep beraber kahvaltıyı hazırlamak... sonra çıkıp dolaşmak doğada, o yabani menekşeleri koklamak, miniminnacık ama yine de görkemli unutmabeni çiçeklerini görüp sevinmek, yabani çilekleri toplayıp üzerinde kimyasal var mıdır diye düşünmeden yemek, şırıl şırıl akan sularla alnını serinletmek....





       




İşte bunlar, biz şehirlere hapsolmuş insanlar, hele benim gibi plaza insanları için öyle bulunmaz nimet ki.... Doğanın gücü ve dayanıklılığı karşısında, insanoğlunun yarattığı suni gündem ve sorunların küçücük ve önemsiz kalması hayata bakışınızı sorgulattırıyor... Öyle böyle değil, gerçekten yeniden şarj oluyor insan... Benim gibi geceleri korksanız, uyumakta zorlansanız bile, sabah bulacağınızı bildiğiniz o zindelik sizi kamp hayatına bağlıyor...

Kamp yapmaya alışkın olanlar için tanıdıktır sanırım yazdıklarımın çoğu... Okuyanlar içinde hiç kamp yapmamış olanlar varsa, lütfen siz de bir kez deneyin... Tamam, konforsuz, tamam, alışkanlıklarımızın çok dışında... Ama kendinizi dinleyebilmek bile o kadar büyük bir nimet ki günümüz koşuşturmasında... O yüzden havalar da düzeldi, hadi bir kamp macerasına girişiverin... Pişman olmayacaksınız....