2017 yazında gerçekleştirdiğimiz İskoçya seyahati, daha ziyade "Highlands" olarak bilinen İskoç kırsalı odaklı olacağı için, planlama yaparken Edinburgh'a, şehrin gayet küçük olduğu bilgisi doğrultusunda, sadece 2.5 gün ayırmış ve burayı Highlands öncesi ve sonrası "base camp" gibi ele almayı tercih etmiştik. Meğer, bu gotik şehir, küçük olmasına küçük ama o kadar renkli, o kadar zenginmiş ki... 2.5 günde maalesef planladıklarımızın hepsini yapamadık ama yapabildiklerimiz de bizde çok keyifli anlar ve anılar bıraktı. İşte 2.5 gün için Edinburgh rehberi:
Nereler gezilir, görülür?
Edinburgh yürüyerek gezilebilecek ve esasen de ancak yürüyerek keşfedilebilecek bir şehir. Old Town-New Town yani eski şehir-yeni şehir diye ikiye ayrılarak tanımlanıyor ama iki bölüm de neredeyse birbirinin içine geçmiş durumda, aralarında sadece bir köprü var birbirini ayıran.

Royal Mile'da dolaşırken, ünlü St-Giles Katedralini zaten görmemeniz mümkün değil. 900 yıldır İskoçya'nın dini merkezi olan bu kiliseyi özellikle çok etkileyici olan vitraylarını görmek için ziyaret etmenizi çok tavsiye ederim. Kilise olduğu için tabii ki içeri girmek ücretsiz, ama fotoğraf çekmek isterseniz 2GBP ödemeniz gerekecek.
Sönmüş bir volkan üzerine kurulu ünlü Edinburgh Kalesi turistlerin olmazsa olmaz ziyaret merkezlerinden biri ama açıkçası biz o kaleye çıkmadık. Highlands seyahatimiz boyunca, o kadar çok kale ve şato gördük ki, şehirdeki sınırlı zamanımızı ilgimizi daha çok çeken etkinliklere ayırmayı tercih ettik. Ama siz sadece Edinburgh'u görecekseniz, o zaman burayı atlamayın derim.

Tabii mezarlıklardan bahsetmişken, şehrin kasvetli ve gotik havasının da etkisiyle, turistler için birçok korku turu, vampir, zombi gösterileri olduğunu da belirtmeliyim ama bizim hiç ilgimizi çekmediği için, bunlarla ilgili verebilecek hiçbir bilgim yok.


Ve şehrin merkezindeki Scottish National Gallery... Sanat sevdalıları için mutlaka ama mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir müze... Monet'den Titian'a, Van Gogh'dan Leonardo da Vinci'ye, Goya'dan El Greco'ya, sanat tarihinin en önemli isimlerinin tablolarının ve heykellerinin bulunduğu bu müze, benim için gerçek anlamda bir sürpriz oldu. Açıkçası Edinburgh gibi nispeten küçük bir şehirde, bu kadar zengin bir koleksiyon olabileceğini hiç düşünememiştim. En az yarım gününüzü alacak büyüklükteki bu müzeyi mümkünse yağmurlu olmayan bir günde gezmek daha akıllıca olacaktır: Edinburgh'da yağmur başladı mı, bitmiyor, öyle hafif hafif de yağmıyor, tam bastırıyor. Ve öyle günlerde, turistlerin hepsi kapalı aktiviteleri yani müzeleri tercih ediyor, o zaman da müzelerde biraz itiş kakış yaşanıyor.

St Andrews Square Gardens gibi küçük olanlardan, Princes Street Gardens gibi büyük olanlara, şehrin her yerinde önünüze bir park çıkacak zira tam 112 tane park var bu küçük şehirde. Havanın güzel olduğu zamanlarda, bu parklarda banklarda oturmak, çimlere uzanmak da çok zevkli oluyor.
Ne yenir, nerede yenir?
Bu kez bir değişiklik yaparak, nerelere asla gitmemeniz gerektiğiyle başlamak istiyorum. Gerek önlerindeki uzun kuyruklar, gerek sadece turistlere yönelik olmaları nedeniyle anlamsızca yüksek fiyatları, gerekse kısa zamanda en fazla sayıda müşteri alabilmek için hem yemek hem de hizmet kalitesini düşük tutmaları yüzünden, neredeyse Edinburgh'la ilgili her seyahat blogunda bahsi geçen Grefriars Bobby Bar, The Elephant House (J.K. Rowling'in Harry Potter'ı yazdığı kafe) ve Deacon's House Cafe'yi kesinlikle listenizden çıkarmayı öneriyorum. Gerçekten o anlamsız itiş kakışa değmez. Biz denedik bir tanesini, sinirlenerek 5 dakikada çıktık.
İskoç mutfağını denemek isteyenlere, Old Town'daki 16 yüzyıldan kalan sıra sıra restoranlardan herhangi birini tavsiye edebilirim. Biz The White Hart Inn'de yedik ilk İskoç yemeğimizi, tercihimizi Steak & Ale Pie'dan yana kullandık ve çok memnun kaldık. Tabii bu tür restoranların da ağırlıklı turistik olduğunu ve fiyatlarının da bu doğrultuda olduğunu belirtmeliyim.
Bizim gibi ünlü şef Jamie Oliver meraklısıysanız, o zaman New Town'da yer alan Jamie's Italian'ı tavsiye edebiliriz. Evet, yerel mutfak değil ama Jamie Oliver dokunuşu deneyimi için burası da denenebilir.
Royal Mile'daki Angels with Bagpipes, dışarıdaki az sayıdaki masalardan birinde yer bulabilirseniz, bu canlı sokağın nabzını tutabileceğiniz çok keyifli bir mekan. İskoç mutfağına gayet modern bir dokunuş getiren bir menüsü var, viski menüsü de çok zengin. Tabii hem mekanı hem de güçlü mutfağı nedeniyle biraz pahalı ama Edinburgh'u dingince içinize çekmek için biraz fazla para ödemeye değer.
Sabah 8:00'den itibaren kahvaltı ile hizmete başlayan The Refinery Restaurant ise gündelik bir şeyler atıştırmak için iyi bir seçim olabilir.
Biz İskoçya kırsalında bol bol İskoç mutfağı tattığımız için, Edinburgh'a dönüşümüzde, bir değişiklik olsun diye Çin lokantasında da gittik ve New Town'daki Kweilin Restoranı çok beğendik. Gittiğimiz en iyi Çin lokantalarında ilk 3'e aldık burayı. Tabii bu olumlu izlenimde, bu yemekten önceki 5 gün boyunca bol bol İskoç spesiyalitesi yani haggis (hayvan sakatatları ezmesi diye özetleyeyim) ve black pudding (kandan yapılma sosis!!) yemiş olmamızın etkisi de olabilir...
Nerede Kalınır?
Edinburgh'da oteller gerçekten çok pahalı... Biz ilk gecemizi Old Town'da, olabilecek en merkezi konumda yer alan The Grassmarket Hotel'de geçirdik. Konumu harikaydı harika olmasına ama odamızın boyutu taş çatlasa 5 metre kareydi!!! Sırt çantasıyla geziyorsanız sorun değil de, bizim gibi 2 büyük bavulunuz varsa, bu boyut epey zorlayıcı olabiliyor... Hele de ödediğiniz fiyat neredeyse 5 yıldızlı otel fiyatına eşse!!
Allahtan, Highlands gezisi sonrası, New Town'da Destiny Scotland St Andrew Square Apartments'da iki geceliğine bir daire kiralamıştık. 2 gece için ödediğimiz tutar, ilk otelimizin 1 gecesinden daha ucuzdu, odamız mutfağı, banyosu, oturma odası ile kocamandı ve yeri de yine ideal derecede merkeziydi.
Kıssadan hisse, Edinburgh'da otel yerine Airbnb ya da daire kiralama işi çok daha mantıklı olabilir.
Şehirde ulaşım nasıl?
Havalimanından şehire ulaşım için tren tercih edilebilir, ama biz taksi kullandık. Tek yön yaklaşık 28 GBP tutuyor. Şehrin içinde ise yaya gezmek en doğrusu çünkü heryer birbirine yakın. Tabii eğer şehrin daha dış bölgelerine gidecekseniz, o zaman tramvay veya otobüsten faydalanabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder