Beyşehir'e gitmek, Sagalassos planımız olmasa, aklıma pek gelmezdi açıkçası. Adı, birçok Anadolu kasabasının çağrıştırdıklarından fazlasını çağrıştırmıyordu. Ama madem oralara kadar gidiyoruz, Beyşehir'i de görelim dedik, bundan da pek pişman olmadık...
Konya Havalimanına erken bir saatte inip karadan yola çıkınca, ilk istikametimiz Beyşehir olmakla birlikte, dediler ki yol üstünde ünlü Eflatunpınar Hitit Su Anıtı var, onu görün önce.... Biz de, biraz yolu uzatmak pahasına, Temmuz ayının boğucu sıcağı bastırmadan, günün ilk saatlerinde Beyşehir'e 22 kilometre mesafedeki bu anıta geldik.
Anıt dediğime bakmayın, aslında ilk göze çarpan büyük bir havuz, etrafı rölyeflerle bezeli taşlardan oluşan 30 metreye 34 metre boyutlarında etkileyici bir havuz. MÖ 13. yüzyıla tarihlendirilen bu Hitit eseri, doğal bir pınarın hemen yanına kurulmuş. Hem yöre halkının su ihtiyacını karşılamada işlevsel bir rol üstlenmiş, hem de Hitit Fırtına Tanrısı'na ve Güneş Tanrıçası'na tapınak vazifesi görmüş.
Aslında bu anıt ziyaretçiler için çok güzel hazır edilmiş. Turist otobüslerinin park edebileceği bir alan, anıt havuza ulaşmak için tahtadan bir yaya
köprüsü, detaylı bir Türkçe bilgilendirme panosu (İngilizcesi akla gelmemiş herhalde), birçok antik alanda bulunmayan bir altyapı var diyebiliriz. Ama maalesef pek ziyaretçisi yok, biz geldiğimizde de yoktu, giderken de yoktu... Bir kafilenin geldiğini görüp yandaki evlerinden koştur koştur gelip el emeği göz nuru yemenileri ve benzeri el işlerini satan köylülerin söylediğine göre de genelde gelen giden yokmuş... Halbuki burası 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilmiş çok önemli bir buluntu, yazık....
Eflatunpınar'da yaklaşık 1.5 saat geçirdikten sonra, Beyşehir için yola çıktık. Yolumuz da, eskiden buradan geçen kervanların izlediği yolun aynısıymış, yani bir tür zamanda yolculuk aslında... Yolun büyük bir kısmı Beyşehir Gölü'ne paralel ilerledik. Burası Türkiye'nin üçüncü büyük gölü ama öyle göl kenarında dolaşayım diye bir hayal kurmayın sakın, Beyşehir'de olduğumuz süre boyunca gölün kıyısına inemedik biz. Artık kirlilikten mi kuraklıktan mı yoksa doğal mı bilemiyorum ama kıyılar sazlıklarla kaplanmış, adeta bir bataklığa dönüşmüş, ara ara küçük kayıklar var ama sahile inmek biraz tehlikeli duruyor, çok uyarıldık bu konuda... Biz de ayağımızı Beyşehir Gölü'ne sokamadan geçtik oralardan....
Beyşehir'in eski bölümünde ise bizi tam bir Anadolu sahnesi karşıladı: meydanda kurutulan tarhanalar, saz gövdelerine asılarak kurutulan patlıcanlar, tahta pervazlara dolanmış asmalar, eski ama bakımlı evlerin önünde traktörler... Aramızdaki fotoğraf meraklıları için adeta bir stüdyo gibiydi...
Beyşehir'in yeni bölümünin ise, herhangi bir Anadolu beldesinden ayırdedilmesi zor.... Aynı tür binalar, aynı tür tabelalar... tarihi taş köprü bile, kitsch mavi korkuluklarıyla sanki bu sıradanlığa zorlanmış gibi....
Beyşehir'i unutulmaz kılan ise Eşrefoğlu Camii... Anadolu'nun nadide ahşap camilerinden olan Eşrefoğlu Camii'ni unutulmaz kılan ise sadece eşsiz mimarisi değil, ondan da öte imamı İsmail Efe...
Camiden önce bu etkileyici imamı anlatmak isterim sizlere... Gelen ziyaretçileri kapıda karşılayan, bu eşsiz mimariye sahip caminin tüm özelliklerini tek tek, esprilerle, ziyaretçilerin ilgisini çekecek şekilde, onları da bu anlatıma dahil edecek sorular sorarak anlatan, her türlü soruya cevap veren, insana dini sevdiren bir imam, güleryüzlü, bilgili, kültürlü... Eşrefoğlu Camii ile ilgili İngilizce'ye tercüme edilmiş çok güzel bir kitaba da imza atmış olan İsmail Efe, o gün benimle burayı ziyaret edenler için seyahatimizin en değerli kazanımı oldu... Böyle açık görüşlü, böyle gelişime odaklı, işini böyle severek yapan din adamlarının olduğunu bilmek bize öyle iyi geldi ki.... Belki de Eşrefoğlu Camii'ne hayran kalmamız da onun sayesinde oldu, kimbilir...
Çünkü camiyi baka baka gezerseniz, öyle diğer camilerden farklılaşan gözle görülür bir süslemesi, azameti yok... Ama ahşap camiler içinde en büyüğü olmasını, tavan bölgesinin de ahşap olmasını, ahşap malzemenin korunması için geçmiş yüzyıllarda yağan karların muhafaza edildiği bölgesini, çilehanesini, bunlarla ilgili gözle görünmeyen, görünse bile açıklama olmadan anlaşılmayacak bilgilerini öğrenince, insan çok etkileniyor.... 718 yıllık bir camii Eşrefoğlu, tam 602 tane sütunu var, bunların 47'si ahşap... Camideki herşey 718 yıl öncesiyle aynı, bir tek çatısı değişmiş, o da 1960'da... Bir tane çivi bile kullanılmamış tahtalar birbirine tutturulurken, öyle bir ustalıkla yapılmış... Hayran olmamak elde mi?
İşte Beyşehir, günü birlikte gezecekseniz, eni topu bu... Ama umut verici bir Anadolu beldesi burası... Pompalanan tek düzeliğe bir şekilde halen direnmeyi başarabilmiş bir coğrafya... Yolunuz düşerse, mutlaka uğrayın... Yolunuz düşmeşse de, düşürmeye çalışın şöyle Sagalassos ile falan birleştirerek... Memleketinizi tanıyın... derim naçizane....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder