19 Temmuz 2018

KUZGUNCUK: KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN YENİ KURBANI


İstanbul'un dokusunu nispeten koruyabilen az sayıdaki semtlerinden biri olan Kuzguncuk'un adı, şu sıralar sosyal medyada bolca geçiyor. Sebep malum: semtin kentsel dönüşüm kapsamına alınması. İstanbul'un deprem riskini bir o kadar barındıran ama binaları çok daha kötü durumda olan o kadar çok semti varken, sıranın Kuzguncuk'a gelmiş olması birçok kişiyi infiale sürüklemiş durumda. Esasen, mal sahipleri kentsel dönüşüm kapsamındaki maddi imkanlardan faydalanmak için girişimde bulunmadığı müddetçe binalar yıkılmıyor ama sanırım bu imkanları reddedecek mal sahibi kalmamıştır günümüzde diye düşünüyoruz hepimiz.

Kuzguncuk, evet, güzel bir semt. Evet, güzel binaları, sevimli dükkanları, sıcak kafeleri, restoranları var... Ama garabet niteliğinde binaları da eksik değil. Yani, eğer başıma bir şey gelmeyecekse, aynı eski dokuyu korumayı yine az çok aynı oranda başarmış bir Yeşilköy'den çok da farklı değil bence. Yeşilköy de kentsel dönüşüm alanı ilan edilmişti, hem de daha en başlarda, ama buna rağmen özellikle eski  müstakil evlerin sahipleri bundan faydalanmadılar... Belki aynısı Kuzguncuk için de geçerli olur.

Velhasıl, Kuzguncuk müstesna bir semt ama bir cennet köşesi de değil... Tam 2 sene önce, bir Cumartesi günümüzü, köşe bucak gezmek için Kuzguncuk'a ayırdık... Sevdik mi? Sevdik... Hayran kaldık mı? O kadar da değil.

Bizi en çok etkileyen 2 yer oldu: ilki Kuzguncuk Bostanı ve bence Kuzguncuk'u diğer tüm semtlerden ayıran da esasen burası. İlia'nın Bostanı olarak bilinen bu alan, Kuzguncuk sakinlerinin takdir-e şayan çabaları sayesinde önce hastane, sonra okul, sonra da oyun parkı olmaktan kurtarılmış ve her yıl çekilişle belirlenen alanlarda Kuzguncukların ekim dikim yaptığı bir bostan. Tabii bununla da sınırlı kalmıyor, semtin tüm sosyal faaliyetlerine de ev sahipliği yapıyor bu bostan.

Biz Eylül ayında gezmiştik Kuzguncuk'u. Bostanın belli bölümleri çok bakımlı, yemyeşildi, bazı bölümleri ise sadece topraktı. Artık bakımsızlıktan mı yoksa ekilen ürünün toprak altında kaldığı döneme mi rastladık, onu bilemiyorum. Ama yine de koca şehrin ortasında, böyle naif bir mekanda bulunabilmek insana kendini çok iyi hissettirtiyor.



Bizi etkileyen diğer bir yer ise "Olive & Beyond" isimli dükkan oldu. Adından da anlaşılabileceği üzere burası zeytinyağı satan bir dükkan. Alamet-i farikası ise sahibesi. Hoş sohbet, sıcak kanlı, dükkana giren müşteriye müşteri gibi değil gerçekten misafir gibi davranan çok tatlı bir hanım. Ürünlerinin hikayesini, bu işe girişinin öyküsünü dinliyor, ister istemez bu coşkulu insanı mutlu etmek istiyor, birşeyler satın alıveriyorsunuz. Aldığımız zeytinyağından çok memnun kaldığımızı da fırsattan istifade belirtmiş olayım.




Bunun dışında, Kuzguncuk'ta, güzel binalarını, eski kiliseleri (maalesef hepsi kapalıydı, hiçbirine giremedik) ve sinagogları tabii ki bir kenara koyarsak, bizi çok etkileyen bir deneyim yaşamadık. Hatta bazı binaların önünde "profesyonel fotoğraf çekilmesi yasaktır" şeklindeki ibareler garip geldi bize. Kahvaltımızı pek tavsiye edilen "Pita"da yedik ama öyle ballandıra ballandıra anlatılan bir mükemmelliğe şahit olmadık. Hatta biraz ilgisiz bir servisle karşılaştığımızı bile itiraf edebilirim. Çocukların resimlerinden yapılmış matlar çok hoşumuza gitti yalnız, o başka... 





Bilemiyorum, belki de biz gezmesini, keşfetmesini bilememişizdir, belki de bir günde Kuzguncuk'u anlamaya, hissetmeye çalışmak bile abestir ama bizim deneyimlediğimiz Kuzguncuk güzel ama o kadar da müstesna değildi... Yine de kentsel dönüşümün yeni kurbanı olmamasını tabii ki gönülden diliyorum.... 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder