1 Ekim 2012

KÜBA: BİRİNCİ ELDEN TAVSİYELER


José Marti Havalimanı’ndan çıkıp, bizi Havana’daki otelimize götürecek otobüse ilerlerken, “Castro hayattayken Küba’yı mutlaka görün” tavsiyesi kulaklarımda çınlıyor. Küba deyince 1960’lardan kalan arabalardan, kıvrak ezgilerden, Castro, Che ve arkadaşları nam-ı diğer “sakallı”lardan oluşan önyargılı beklentilerim, bizi bekleyen gayet modern otobüsü görünce, “yoksa çok mu geç kaldık gelmekte, yoksa daha şimdiden mi “norm”alleşti Küba” endişesiyle önce bir sarsılıyor... Halbuki havalimanından çıkıp da yolda ilerledikçe, hüzün dolu, karanlıklara gömülmüş bir şehir beliriyor önümüzde. Evet, Küba denince halen ilk hissettiğim “hüzün”, ama saygı duydurtan bir hüzün aynı zamanda. Yıllardır süren acımasız ambargonun, siyah-beyaz dünyanın Berlin Duvarı’yla birlikte yıkılması sonrasında ortada kalmışlığın, gurur duyulan ideallerin imkansızlıklarla çarpışıp çarpışıp her gün biraz daha örselenmesinin getirdiği hüzün başta Havana olmak üzere tüm ülkeyi kaplamış. Enerji sıkıntısının gecelerin karanlığına karanlık katması değil hüznü yoğunlaştıran: rengarenk kıyafetleriyle, kıvrak ezgileriyle, her daim gülümseyen insanlarıyla, sömürge dönemine ait şaşaalı binalarıyla ve adeta her köşesine nakşedilmiş Devrim sloganları ve resimleriyle, gündüzlerde bile gizlenmiş bir hüzün var bu topraklarda. Bu hüzne ragmen, inatla ve inançla her şehirde, hatta her semtte, her sokakta karşınıza çıkan “hasta la victoria siempre” (zafere kadar daima) sloganı, daha da güçlü anlamlar yükleniyor gördüğünüz ve öğrendiğiniz her yeni bilgiyle… Başta Havana olmak üzere, Küba, bitmek üzere olan bir dönemin, çok da öngörülemeyen bir geleceğin ama herşeyden önce bitmek bilmez bir yaşama sevincinin capcanlı bir sahnesi olarak meraklı gezginleri ağırlıyor.






GENEL BİLGİLER

      Seyahat öncesinde 1-2 aylık bir “okuma hazırlığı” çok faydalı olacaktır. Kronolojik olarak ilerlemek gerekirse, Amerika Kıtası’nın keşfi ve istilası sırasında ilk gruplarla birlikte yeni kıtaya ayak basan ve daha sonra şahit olduklarını kaleme alan misyoner rahip Bartolomeo de las Casas’ın “Yerlilerin Gözyaşları” isimli kitabıyla başlayabilirsiniz. O yıllardan bugüne kadarki dönemi anlatan bir kaynak ararsanız, Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı okuyabilirsiniz. Ama en olmazsa olmazı, 1968 senesinde Anadolu Yayınları’ndan çıkan “Jean Paul Sartre Küba’yı Anlatıyor” isimli kitap. Kitapçılarda bulmak zor ama sahafların bir araya gelerek kurduğu www.nadirkitap.com üzerinden rahatlıkla edinebilirsiniz. Devrimin daha ilk yıllarını anlatan, devrimin bugünüyle karşılaştırma yapabilmek için en doğru kaynak.

·    Bavul yaparken hele de ülkenin güneyine de ineceksiniz, ince, yazlık kıyafetler tercih edin. İklim yarı tropik, kış mevsimi ortalaması bile 23 C derece, yaz mevsimi ortalaması ise 28 C derece. Ekim- Mayıs arası ziyaret için en ideal zaman

·    Ülkede ciddi ve acımasız bir ambargo var. Halkın birçok ihtiyacı (temel gıdalar, eğitim, sağlık, ev) ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanıyor. Ama bazı lüks kabul edilen maddeler bulunamıyor. Giderken yanınızda bol bol tükenmez kalem, küçük sabun, diş macunu, şampuan vs bulundursanız iyi olur, özellikle taşrada turist olduğunuzu anlayınca etrafınızı saran kişilere bunları verirseniz, çoğu zaman bahşişden bile çok makbule geçiyor

·     Küba oldukça ucuz bir ülke. Konaklama ve ulaşım hariç, bol bol harcama yapsanız bile, kişi başı bir haftalık harcamanız 250.- Euro’yu geçmiyor.

·    Kredi kartı oteller ve lüks restoranlar dışında hiçbir yerde geçmiyor, o yüzden yanınızda nakit bulundurmanızda fayda var. ATM ağı da neredeyse hiç yok. Doları bozdurmak çok zor, zira dolardan ek komisyon kesiyorlar, Euro ile gitmek en iyisi. Parite devlet tarafından belirlendiği için, para bozduran her yerde aynı kur geçerli. Otelde bozdurmak, en kolayı.

·    Turistlerle halk aynı para birimini kullanmıyor. Turistlerinki CUC diye geçiyor (convertible peso), bizim 1 CUC’umuz, halkın 16 pesosuna denk düşüyor. O yüzden bahşiş verirken yarım CUC bile verseniz, çok memnun kalıyorlar.

·     Cep telefonları çok zor çalışıyor, blackberry gibi cihazlar hiç çalışmıyor, öyle bir altyapı yok. Dijital dünyadan uzaklaşmak için harika bir fırsat J

·       Sokaklarda fotoğraf çektiren insanlar var, ellerinde puro ya da üzerlerinde etnik giysilerle, fotoğraflarını çekip onlara bahşiş vermemek çok ayıp addediliyor.

· Küba mutfağı pek parlak değil, tam Karayip mutfağı örneği. Ama yine de ikinci günün sonunda insan alışıyor: haşlanmış pirinç, kara fasulye ve et ya da balık şeklinde giden bir menü var genelde. Sokaklarda domuz etli sandviçler satılıyor, Küba’nın bir tür kokoreçi sayılıyor bu menü

· Herhangi bir şekilde bir sanat eseri satın alırsanız, tabloysa arkasına mühür basılmasını, başka bir sanat eseriyse belgesinin bulunmasını mutlaka temin edin, yoksa havalimanında el konuyor. Sanat eserleri konusunda çok hassaslar

· Puro alacaksanız, ya puro fabrikalarından birinden (her marka puro yapılıyor her fabrikada, en kaliteli puro markası Cohiba) ya da bazı yerlerde, önünüzde puro sarılıyor, o taze purolardan tercih etmenizde fayda var. Sokaklarda size puro satmaya çalışacak birçok kişi olacak, onlara sakın rağbet etmeyin, çünkü belgesi olmayan 20 purodan fazlasını yurtdışına çıkartmak yasak.

· Sokaklarda, meydanlarda, restoranlarda üçlü dörtlü gruplar hep canlı müzik yapıyor, sonra da evde doldurdukları CD’lerini satıyorlar. CD’lerini almak zorunda değilsiniz tabii ama CD’lerini dolaştırdıklarıküçük kutuya 1-2 CUC atmak işin raconu adeta J

· Şehirlerarası ulaşım sadece turistler için kolay. Halk kamyonlarda gidip geliyor. Eğer bir turla gitmiyorsanız ve kendiniz gezecekseniz, ya araç kiralayın, ya da arabalı bir rehber tutun (bu ikinci alternatif daha konforlu olacaktır ), otostop mümkün dahi değil, şehirlerarası yollar gayet düzgün ve geniş olmasına rağmen, o yollarda giden araç bulmak çok zor.

· Müzelerde fotoğraf çekimi 1 CUC ek ödeme gerektiriyor. Bu tutarı ödemeden fotoğraf çekmek yasak.

· Çok güvenli bir ülke, hatta özellikle taşrada evlerin kapılarını kapatmıyorlar bile. O yüzden hırsızlık, kapkaç gibi korkunuz sakın olmasın.



    
  · Küba’ya gidip de içmeden dönmemeniz gerekenler: Daiquiri, Canchanchara, Cuba Libre ve tabii ki Mohito… 







   · Küba’da sürekli güneş olduğundan şapkasız gezmek hayli zor. Bu nedenle turistler Küba’ya özgü hasır şapkalara çok rağbet ediyor. Yalnız onları takarken dikkat edin: eğer hanımsanız ve şapkanın ucunu kıvırırsanız olmaz, hanımlar takınca şapkanın kenarları düz olmalı, erkekler taktığında ise ucu kıvrık olmalıymış.

    · Şehirlerarası yolculuk yaparsanız, konaklama yerlerinde kahve için mutlaka, yanında şeker yerine şeker kamışı getiriyorlar, bizdeki küp şeker kıtlamak gibi onu emiyorsunuz kahveyi içtikten sonra, değişik bir deneyim.

   

·    Keza bu tür konaklama merkezlerinde şekerkamışı suyu sıkıyorlar, içiyorsunuz orada. Odun gibi bir şey şekerkamışı, onu bir makinada ezip yeşil bir su çıkartıyorlar. Çok tatlı ama denemeye değer


   · Birçok yerde 5 adamın resmini göreceksiniz ve VOLVERAN yazan yazılar. Volveran “geri dönecekler” demek. Hikayesi de şöyle: 1990’larda Küba’da bazı suikastlar, bombalamalar vs yaşanıyor. Bunun Miami’ye kaçmış Kübalılar tarafından düzenlendiği ortaya çıkıyor. Bunun üzerine Küba hükümeti 5 ajanını Miami’ye gönderiyor. Bunlar orada Kübalı toplulukların arasına karışıyor ve gerçekten kimin bu olayları organize ettiğini belgelerle birlikte buluyor. Daha sonra da tüm bulgularını ABD resmi mercilerine teslim ediyor bu 5 kişi. ABD resmi mercileri ise, bu olayların failleri hakkında işlem yapmayıp, bu 5 kişiyi tutukluyor, mahkemeler de onları ömür boyu hapis cezasına çarptırıyor. Şu anda 14 yıldır hapis bu insanlar. Kübalılar bu konuyu onur meselesi yapmış durumdalar. Turistlerle konuştuklarında, hemen bu konuyu açıyorlar ve daha öncesinden bu konuda bilginiz olmadığını öğrendiklerinde çok şaşırıyorlar, onlar için tüm dünyanın bilmesi gereken bir hadise zira… ve bir gün adaletin yerini bulacağına ve o kahraman beşlinin döneceğine inanıyorlar….
HAVANA 








   · Otel tercihinizi NH Parque Central’dan yana yaparsanız pişman olmazsınız. Hem yeri çok merkezi, hem de gayet konforlu. Devrim öncesinin sosyete merkezi olan Hotel Nacional diye tarihi bir otelleri daha var kalınabilecek. Orası da güzel ama hem turistik merkeze uzak, hem de epey eski. Bu otelde kalmasanız bile, azametli terasında bir daiquiri ya da mohito içmeden dönmeseniz iyi edersiniz.



·    Güzel Sanatlar Müzesi’ni ve onun tam karşısındaki Devrim Müzesi’ni mutlaka ziyaret edin. Güzel Sanatlar Müzesi resim ağırlıklı ve kolonyal dönemden günümüze çok zengin bir sergi içeriyor. Devrim Müzesi devrimin adım adım fotoğraflarla, belgelerle anlatıldığı bir mekan. Devrim Müzesi’nin girişinin tam karşısında Angel Custodio Katedrali var, pek turistlerin rağbet ettiği bir yer değil. Ama o katedrale ön kapısında girip, arka kapısından çıkınca, çok otantik bir mahalleye gelmiş oluyorsunuz, etrafta hiç turist olmuyor, gündelik yaşam, dört bir yandan gelen farklı müzik ezgileri, sokakta oynayan çocukların sesiyle sizi bir anda içine çekiyor.


   · Plaza de la Catedral, şehrin en keyifli merkezlerinden biri. Etraf falcılarla, sokak müzisyenleri ile dolu. Tabii birçok da kafe, restoran var. El Patio isimli restoran yemekleri çok matah olmasa da, ortamı yaşamak adına en azından birşeyler içmek için ideal bir mekan. Bu meydan görülmeden Havana’yı gezilmiş sayılmazsınız…




·      Bu meydanın hemen yanındaki sokakta Ernest Hemingway’in çok sık gittiği bar var, La Bodeguita del Medio. Tabii, bugün artık çok turistik bir mekan olmuş durumda. Zaten küçücük olduğundan kalabalıktan içeri girmek bile mümkün olmuyor ama yine de görmek keyifli olabilir.

·    Vali Guiseppe Garibaldi’nin evi (ev demek biraz ayıp olur, malikanesi diyelim) bugün sömürge dönemini çok net ortaya koyan müze olarak kullanılıyor. Bu müzenin hemen önünde ise sahaflar var, orada İngilizce güzel kitapları daha ucuza bulmak mümkün.

         


·  Plaza de San Francisco de Asis yine
     gezilecek meydanlardan biri, yürümek ve
     çoğu sömürge döneminden kalma
     rengarenk binaları seyretmek çok keyifli

  





·  Şehrin arabayla 20 dakika uzağında Ernest Hemingway’in 30 yıl yaşadığı ev var, bugün müze. Bahçesi de evin kendisi de çok etkileyici, eğer bir de sevdiğiniz bir yazarsa mutlaka buraya gitmenizde fayda var. Evin çok yakınında Cojimar isimli küçük bir balıkçı kasabası bulunuyor. Hemingway’in bu kasabada sık sık gittiği restoran/cafe La Terraza’da “İhtiyar Balıkçı ve Deniz” kitabına esin kaynağı olan yaşlı balıkçı Don Gregorio’nun da resmi ve Don Gregorio’nun adı verilmiş bir mavi içki sizi karşılıyor. La Terraza’da o içkiyi içip, dingin manzarayı seyretmenin hazzı bambaşka.


·    Havana’da Miramar adı verilen bölge eskiden zenginler oturduğu, bugün ise daha ziyade büyükelçiliklerin yer aldığı bir semt var. Bu semtteki Emilano Zapata Parkı özellikle köke dönüşen dallarıyla ünlü bir tür ficus ağacını barındırması itibariyle botanik meraklıları için çok ilginç bir mekan olabilir.

    · Tabii ki Devrim Meydanı… Castro’nun halka yönelik bazen 3-4 saat süren konuşmalarını yaptığı, Che’nin devasa portresinin tüm meydana hakim olduğu bu meydanı görmeden, Küba eksik kalacaktır. Her yerde dolaşan “Coco Taxi” adı verilen iki kişilik yanları açık taksiler var, Devrim Meydanı’nın bu taksilerle yapılacak şehir gezisinin bir parçası olarak planlamak en doğru program olacaktır.

    · Plaza Vieja bir başka küçük meydan, sevimli bir yer. Burada Taberna de la Muralla isimli, kendi birasını yapan bir restoran var. Yemek için olmasa bile, bira için gece geç saatlerde gelmek için güzel bir seçim olacaktır.

    · Limanın yakınında, Malecon isimli hem sanat eserleri, hem de hediyelikler satılan büyük bir ambar bulunuyor. Eğer ülkeye dönerken eşe dosta hediyelik bir şeyler alacaksanız, burası doğru adres olacaktır.

· Havana Üniversitesi’nin yakınlarında La Coppelia isimli ünlü bir dondurmacı var, orada dondurma yemek de olmazsa olmazlarından Havana’nın. Yerel halk ve turistler için iki ayrı girişi var, eğer yapabilirseniz yerel halkın girişinden girmenizde fayda var, dondurmanın tadından ziyade dondurmacının ortamı farkı yaratıyor.

· Havana’da limana giden yolda, halkına özgürlük getirmiş liderlerin büstlerinin sergilendiği yerde, Atatürk’ü de görüp gurur duyuyor insan, her Türk bir fotoğraf çektirmeden dönmüyor buradan.

· Küba’nın ünlü gece hayatı için El Gato Tuerto isimli, turistlerden çok Havana’da yaşayanları geldiği kulüp tercih edilebilir. Her gece iki ayrı grup tarafından canlı müzik yapılan bu mekan bir akşam, yemek sonrası gitmek keyifli olabilir. Bütün taksiler yerini biliyor.

· Küba’nın tavuk yemekleri meşhur ama bunların en ünlüsü Miramar semtindeki El Aljibe isimli restoran. Özellikle Küba mutfağına alışmakta zorlananların gerçekten doyabileceği bir mekan. Benzer şekilde tüm şehri gören, mükemmel bir manzarası olan La Divina Pastora isimli restoran da, hem yemekleri hem de yeni ve eski şehri birlikte görebileceğiniz manzarasıyla tercih edilebilecek bir mekan.


· Deniz ürünleri ve özellikle ıstakoz meraklıları için gidilebilecek bir restoran da Paladar Vistamar: Yeni şehir bölgesindeki bu restoranda, ıstakozun satışı Küba’da bir şekilde yasak olduğundan, menüde göremeseniz bile ıstakoz sipariş ettiğinizde hemen geliyor. Bu restorana öğle yemeği için gitmeniz daha yerinde olacaktır çünkü çok güzel bir deniz manzarası var ama gece gidince o kadar karanlık ki deniz, hiçbir şey görülmüyor

SANTA CLARA

·    Oldukça sapa bir kasaba olan Santa Clara, Che’nin mezarına ev sahipliği yaptığı için, ana şehirlere uzaklığına rağmen, her gün yüzlerce insanla dolup taşıyor. Güzel ve asil bir anıt mezar yapmışlar Che için. Mezarın etrafında ayrıca Che’nin yaşamından kesitler sunan bir müze var. İçeriye girerken fotoğraf makinası dahil, hiçbir şey yanınıza alamıyorsunuz, onları bırakabileceğiniz bir dolap vs de yok, ona göre hazırlıklı gitmenizde fayda var.

SANTİAGO DE CUBA

· Küba’nın en güney noktasında olan bu kent, aynızamanda ülkenin ikinci büyük şehri. Afrika kökenlilerin de en kalabalık olduğu şehir aynı zamanda. Tabii en güney olması nedeniyle de en sıcak şehir, sabah 10:00’dan itibaren o kadar sıcak ve nemli oluyor ki, adeta nefes almak imkansız. O yüzden burada sabah çok erken kalkıp şehri gezmeye başlamanızda fayda var.




·    Kübalıların Atatürk’ü diyebileceğimiz ve Küba’nın
    İspanyol sömürgesinden kurtulmasını sağlayan lideri Jose
    Marti herş ehirde olduğu gibi, bu şehirde de heykelleriyle her
    yerde önünüze çıkıyor olacak. Kendisinin anıt mezarı da bu
    şehirde, Santa Ifigenia Mezarlığı içinde yer alıyor ve anıt
    mezarda her yarım saatte bir de asker nöbet değişimi yapıyor.
    Bu mezarlık ayrıca Bacardi ailesi gibi, ülkenin önde
    gelenlerinin birçoğunun mezarınıda bünyesinde barındırıyor
    ve halen de kullanılmaya devam ediyor.







  · Morro kalesi korsanlardan korunmak için yapılmış, manzarası muhteşem bir kale. Mutlaka gitmeli ve görmelisiniz. Kaleye giden yolda hediyelik eşya satanlar var, bunlar oldukça kaliteli ve diğer şehirlerde pek görülmeyen şeyler satıyorlar. Yine aynı yolda, solda, deniz tarafında bir restoran var, San Pedro de la Roca, hem yemekleri çok lezzetli, hem de manzarası harika. Burada özellikle soğuk servis edilen kara fasulye çorbasını tatmadan sakın dönmeyin

·    Bu şehrin ana meydanının ismi Cespedes. Castro devrimi yaptığında ilk bu şehirde konuşma yapmış halka bu meydanda. Yaşlılar meydanın ortasında satranç oynuyor, dört bir yandan müzik, keyifli bir yer. Tam meydanda şu anda müzeye çevrilmiş olan, sömürge döneminin önde gelenlerinden Don Diego Velasquez’in evi var, gezilmesinde fayda var

·       Emilio Bacardi Müzesi, ünlü Bacardi ailesinin şahsi koleksiyonunun sergilendiği bir müze. Yağlıboya resimlerden, mumyalara, eski köle eşyalarından silahlara zengin bir koleksiyon sergileniyor burada. Bu müzenin yanındaki dar yolun hemen sonunda solda Karnaval Müzesi var, müzenin kendisi hiç ilgi çekici olmasa da her gün 16:00’da burada Afrika danslarından oluşan bir gösteri yapılıyor. Gösterinin sonuna kadar dayanmak bazıları için zor olabiliyor, o yüzden çıkışa yakın oturmakta fayda var. Tabii, oldukça turistik bir gösteri ama eğlenceli.

· Şehirde konaklamak için Melia Santiago de Cuba isimli otel tavsiye edilebilir. Otantik bir yönü olmayan, her ülkede bulunabilecek modern otellerden biri. Temiz, konforlu bir yer, yemekleri de Küba mutfağından uzaklaşmak isteyenler için cazip olacaktır.

· Restoran olarak, art deco bir tarzda döşenmiş,eski bir malikaneden dönüştürülmüş olan Zunzun isimli mekan hem ortamı, hem yemekleri açısından akşam yemeği için tercih edilebilir.

TRİNİDAD

· UNESCO tarafından koruma altına alınmış müthiş renkli, çok güzel bir şehir. Yalnız konaklamada ciddi sorunlar olan bir yer. Brisas Trinidad del Mar isimli otel en iyisi diye biliyor: gerçekten de denizi ve kumsalı eşsiz ama odalar ve yemekler konusunda beklentileri en az indirgemek hayal kırıklığını önleyecektir.


· Bu küçük şehrin Plaza Santa Ana isimli bir meydanı var, küçük ama rengarenk evlerle dolu, çok şirin bir meydan. Meydanın biraz aşağısında hep sokak pazarı var, şapkalar ve masa örtüleri mutlaka görülmeli.

· Yine bu meydanda, sömürge döneminde zengin birşeker kamışı tüccarı olan bir ailenin bugün müzeye çevrilmiş evi var: Casa de Aldeman Ortiz. Evin özellikle üst katından tüm şehri görebiliyorsunuz.

· Meydandan yürüyerek 3-4 dakika uzaklıkta La Canchanchara diye bir mekan var. Canchanchara içkisinin en iyi yapıldığı bu mekan, kesinlikle gidilmesi gereken, kameriyesi altında canlı müzik eşliğinde dinlenmek için ideal bir yer. İçeride ayrıca taze puro sarılıyor, içenler Küba’nın en iyisi bu diyor.


· Burada da Afrika danslarının yapıldığı bir mekan var, adı Ruinas de Segarte. Çok başarılı olmasa da bir serinleme içeceği yanında keyifli bir seyir olabiliyor.



    · Geceleri meydanda, hemen kilisenin yanında açık havada dans ediliyor.

CAMAGUEY

· Burası ufacık bir şehir, Türkiye ölçeğinde kasaba bile diyebiliriz. Ama burası da diğer şehirler gibi UNESCO Dünya Mirasıkapsamında.

· “Bici taxi” ile yani, bisikletli taksi (aslında bisikletli taksiler Havana’da da var ama orada turistlerin binmesi yasak) ile bir şehir turu yapmak bu ufacık mekanı tanımak için yeter de artar bile



   · Plaza del Carmen, bu şehrin ana meydanı. Çok sevimli, rengarenk bir yer. Bu meydanda Martha Jimenez Perez isimli bir kadın seramik sanatçısının atölyesi var ve inanılmaz güzel eserler sergileniyor ve satılıyor. Tabii onları alıp uçakla Türkiye’ye götürmek ciddi lojistik sorun yaratabiliyor.

   · Bir başka meydan ise Plaza San Juan de Dios. Biraz ölü bir meydan, pek hayat yok, ama yine de görülmeye değer. La Campana de Toledo bu meydandaki ve aslında şehirdeki yemek yenebilecek tek mekan. Bu restorandaki canlı müzik grubu da ayrıca en keyifli müzik yapanlardan biri.

· Daha canlı bir başka meydan ise Plaza de los Trabajadores. Bu meydandaki La Merced kilisesi de gezilebilir.

· Camaguey’de Islazul Grand Hotel eski bir binanın renovasyonu ile turizme kazandırılmış çok otantik bir otel. Azametli bir dekorasyon, odalar tamamen Küba esintileriyle dolu. Bazı odaları çok küçük olduğundan, eğer biraz daha yüksek bir bedel ödemeye razıysanız güzel bir manzara, genişlik ve otantik bir dekorasyon için 307 numaralı odayı isteyin…

CIENFUEGOS 

  
    · Küba’nın en hüzünlü şehri burası. Zamanın en şaşaalı, en zengin şehirlerinden biriymiş, bugünse hayalet kasaba gibi. Doğru düzgün kahve içecek, bir şeyler atıştıracak mekan bulmak dahi çok zor.


    ·   Buradaki tek görülecek meydan Plaza de Armas. Bu meydanda zamanında Sarah Berhardt’ın da
      sahneye çıktığı Tomas Perry tiyatrosu var. Bugün müze
      olarak kullanılıyor, nostalji yapmak için görülebilecek bir tarihi eser.



(bu yazının Hürriyet Seyahat'te yayınlanan versiyonuna http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/21593180.asp linkinden ulaşabilirsiniz)