29 Ekim 2016

TELETSKOYE: MEDENİYETLE DOĞAYI AYIRAN GÖL


Güney Sibirya'da Altay Özerk Bölgesi'nde İsviçre Alplerini aratmayan manzaralar sunan, UNESCO Dünya Mirası listesindeki Teletskoye Gölü'ndeyiz bugün...

Yerel halkın "Altın Göl" diye adlandırdığı Teleskoye Gölü'ne 70 tane nehir dökülüyor, etrafı ise çam ormanlarıyla kaplı dağlarla çevrili. Kuzeyden güneye 78 kilometre uzunluğundaki gölü bir tekneyle geçeceğiz. Tekne gezimiz başlamadan önce bilmiyoruz, ama kuzeyden yola çıkarken aslında geride bıraktığımız aynı zamanda medeniyet: çünkü güney sahile adım attığımız andan itibaren, ne telefon, ne elektrik, ne musluk suyu, ne de kanalizasyon bulunan, bakir bir coğrafya bizi bekliyor...

Dağların eteğine serpiştirilmiş sevimli evlerden oluşan küçük bir limandan yola çıkıyoruz. Çok kısa bir süre sonra sadece doğanın içinde yol almaya başlıyoruz. Gölün bir tarafı doğal park ilan edilmiş; tek bir ev, insan eli değmiş tek bir alan yok doğal parkta. Gölün diğer tarafında ise, tek tük evler, çoğu av köşkü, ağaçların arasına öyle gizlenmişler ki, çok dikkat etmeden görmek imkansız...


Uçsuz bucaksız dağlar, ormanlar, masmavi göl suları, ara ara çığlıklarıyla doğanın sessizliğini yırtan kuşlar, yeşilliklerin arasından çağıldayan irili ufaklı şelaleler... Temmuz ayı olmasına rağmen hayli serin ve bir o kadar da tertemiz bir hava... Aralarda kanolarıyla spor yapanlar da var, ama bir elin beş parmağını geçmez sayıları....




Yanımızda ısınmak için yerel bir votka, eşlik etsin diye biraz elma, limon, peynir ve şarküteri... arada bir atıştırıyoruz ama çok da doymayalım, öğle yemeği için yarı yolda Kamışla Şelalesi'nde mola vereceğiz.








Kamışla, bu bölgedeki onlarca şelaleden biri. Limanımsı bir yer yapmışlar tekneler yanaşabilsin diye. Hemen sahilde odun ateşi üzerinde bir çaydanlık tütüyor. Etrafta tahtadan yapılmış küçük küçük kulübeler, ziyarete gelen az sayıdaki gezgin için çi börek, çay, kahve ve hızlı yenebilecek yerel yemekler satmak için... Tabii hediyelik eşya dükkanları da var aralarında, ama satılanlar hep aynı: tahtadan işlenmiş süsler çoğu... 






Etraftaki çalıların, ağaçların bir kısmına çaput bağlanmış, aynı bizdeki gibi... Sonuçta bir Şaman geleneğini devam ettiriyoruz farklı coğrafyalarda bile olsa... Biraz yürüdükten sonra Kamışla Şelalesi'ndeyiz... gürül gürül akan bir su, tertemiz, soğuk....

Bu kısa aradan sonra, bizi medeniyetten tamamen uzaklaştıracak güney sahile doğru yeniden yola çıkıyoruz. Zaten az sayıdaki evlere bile rastlanmaz oluyor ilerledikçe... Biz gelmeden bir hafta önce çok büyük bir sel yaşanmış bu bölgede, sahile vurmuş koca ağaç parçaları kalmış bu selden geriye....




Sonunda güney sahildeyiz... yaklaşık 4-5 saatlik bir yolculuk sonrasında, sanki birkaç yüzyıl geriye gittik birden.... doğanın hüküm sürdüğü ve insanoğlunun içinde kendini çok küçük, çok güçsüz ve çaresiz hissettiği, teknolojinin "t"sinin bile henüz ulaşmadığı bir coğrafyadayız artık.... Bu coğrafyanın hikayesi ise başka bir güne artık....

16 Ekim 2016

İNCEBURUN VE SARIKUM: TÜRKİYE'NİN EN KUZEYİNDE


Ülkelerin "en" kuzeyleri, güneyleri, doğuları, batıları nedense hep merak edilir. Türkiye'nin en kuzeyi İnceburun ise, sadece 42. kuzey paralelindeki coğrafi konumu nedeniyle değil, pastoral ortamı ile de merak edilecek bir mekan.

Sinop'tan arabayla yarım saatlik mesafedeki İnceburun, katılaşmış lav tabakaları üzerinde yükseliyor. 1863 senesinde yapılmış olan feneriyle ünlü İnceburun, masmavi bir denizin karşısında, ineklerin otladığı yemyeşil çayırlarıyla gerçekten çok etkileyici bir manzara sunuyor gezginlere. İskoçya'ya hiç gitmedim ama hayalimdeki İskoçya'ya da çok benziyor.


Deniz yüzeyinden 38 metre yükseklikte kurulmuş olan 153 senelik fener ise, kurulduğu ilk günden bu yana aynı aile tarafından işletiliyor. Ama maalesef, ülkemizde son döneme hakim olan "geçmişi yok etme" trendinin kolları buralara kadar uzanmış: nesillerdir bu feneri işleten aileye 2023'te feneri terketmeleri bildirilmiş, bundan sonra fener otomatize olarak işletilecekmiş..... Halbuki İnceburun'u bu kadar güzel kılan, feneri işleten ailenin kurduğu banklarda oturmak, ev yapımı ayranlarını yudumlamak, onlarla sohbet etmek... Ne yazık olacak bu deneyimi kaybetmek....






İnceburun'a kadar gelmişken, hemen yakınındaki Sarıkum'a da mutlaka uğramalı. Denizle neredeyse iç içe geçmiş bir gölün hemen yanındaki Sarıkum gerçek bir kuş cenneti.







Koruma altındaki göl, nesli tükenmekte olan onlarca göçmen kuşun uğrak yeri. Her ne kadar biz gittiğimizde bir allahın kulunu göremediysek de, gölün sahiline estetik açıdan da çok şık kuş gözetleme kulübeleri yapılmış. Sağda otlayan koyunlar, inekler, solda gölde uçuşan kuşlar,



Kimse yoktu diye yakındığıma bakmayın, o sessizlik, sükunet, huzur içinde Sarıkum daha da bir güzel..