İsviçre'nin Appenzell kantonunun, bölgeye de adını veren başkenti konumundaki Appenzell, Alp Dağları'nın eteğinde minnacık bir şehir. 11. yüzyıldan bu yana yerleşik yaşamın devam ettiği bu sevimli kentin öyle bir doğası, öyle bir ortamı var ki, sokaklarında gezerken, manzarasını seyrederken, insan kendini, çocukluğumuzun vazgeçilmez çizgi film kahramanı Heidi'nin memleketinde hissediyor.
Kış ve doğa turizmi meraklılarının destinasyonu olan bu kent, Zürih'ten karayolu ile sadece bir buçuk saat uzaklıkta. Katedilen yolun çiftlik evleriyle, otlayan semiz ineklerle, muhteşem ağaçlarla kaplı olması sayesinde, manzara seyretmekten, bu bir buçuk saatin nasıl geçtiğini bile anlamıyor insan.
İlk ziyaretimizin adresi, yörenin en temel ekonomik faaliyetini oluşturan peynircilik sektörünün önde gelen merkezlerinden biri olan Appenzeller Schaukaeserie isimli peynir fabrikası. Her ne kadar fabrikada üretimi anlatan audio rehberlik hizmeti mevcut olsa da, biz bir hanım rehber eşliğinde küçük fabrikayı geziyoruz. Bize sadece "peynir üretimi nasıl yapılır"ı anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bölgenin hayvancılık alanındaki tarihçesini ve geleneklerini de aktarıyor. Appenzell peynirlerinin en büyük farkının, sadece bölgenin çayırlarında beslenen hayvanlardan elde ediliyor olmasında yattığını vurgulayarak anlatıyor. Fabrika gezisi sonrasındaki tadım seansında yediğimiz farklı peynir çeşitlerinden farkın ne olduğunu bizler de bizzat anlıyoruz. Gezinin sonunda, küçük bir sinema salonunda, sözlü olarak dinlediğimiz bilgileri bu
kez de bir film eşliğinde pekiştiriyoruz. Fabrikanın tam çıkışındaki küçük dükkan, alışveriş meraklılarına, tümü bölgenin organik mahsulü olan bal, reçel, tereyağı ve tabii ki peynir çeşitlerinden satın alma imkanını sunuyor. Hatta istenirse, tahta masalardan ve kırmızı-beyaz kareli masa örtülerinden oluşan küçük restoranda, bu ürünlerden oluşan sade bir menü eşliğinde yemek yemek bile mümkün.
Şehrin Saint Mauritius isimli Katolik Kilisesi ziyaretimizin bir sonraki durağı. Bahçesinde sadece Katoliklerin değil, diğer Hristiyan mezheplerine sahiplerin mezarlarının da bulunduğu bu kilise 1071 yılına tarihlendiriliyor ama tabii ki bugün ziyaret edebildiğimiz bina, 1800'lerde yeniden inşa edilmiş.
Geriye kalan 2 saatlik kısıtlı süremizde ise, kanaatimce Appenzell'in en güzel yönünü oluşturan dar sokaklarında geziyor ve her biri ayrı bir sanat eseri gibi duran evlerini dışarıdan seyrediyoruz.
Ziyaretimizin Noel öncesine denk gelmesi sayesinde şehrin yılbaşı süsleriyle donatıldığı o muhteşem haline tanık oluyoruz. 17. yüzyıldan kalan ama halen içinde yaşanan, gayet iyi durumdaki evler bile görüyoruz. Evlerin camları çok küçük ama aynı zamanda çok sayıda. Bunun nedenini rehberimiz anlatıyor: elektriğin olmadığı dönemde, bu yörenin ünlü dantellerini üretebilmek için, bol ışığa ihtiyaç duyuluyor ama bir yandan da Alplerin eteğinde olmanın getirdiği soğukla da başa çıkmak gerekiyor. İşte bu ikilemi ortadan kaldırmak için böyle bir mimari çözüme gitmiş dönemin insanları ve bu sayede hayran olduğumuz, adeta peri masallarındaki gibi duran bu güzel evler ortaya çıkmış.
Zürih'e geri dönüş yolculuğumuz başlamadan önce, Santis Romantik Hotel'in sevimli restoranında, yöresel lezzetlerden oluşan bir öğle yemeği yiyoruz. Fırından yeni çıkmış, Heidi'nin dedesi için sakladığı ekmekleri andıran yumuşacık ekmekler ve lezzetli tereyağı ile karnımızı doyurmamak için kendimizi zor tutuyoruz ve leziz bir mantar çorbası ile başlayan yemeğimizi, yörenin spesyalitelerinden bir et yemeği ile tamamlıyoruz.
Yarım gün süren bu kısa ziyaret sonrasında, Appenzell bizim için "Heidi'nin Memleketi" olarak hafızamıza kazınıyor sonsuza kadar....
ne güzel anlatmışsınız , tekrar gitmiş kadar oldum .Ben bir mayıs ayında gitmiştim ve haliyle her taraf yemyeşildi dolayısıyla benim hafızamda da yeşil isviçre nin en sevimlisi olarak kaldı.
YanıtlaSilÇok teşekkürler, bol gezmeli, keşfetmeli günler dilerim
Sil