Her şeyden uzaklaşmak mı istiyorsunuz? Kafanızı dinlemek, doğayla baş başa kalmak, dingin ve sakin birkaç gün mü geçirmek istiyorsunuz? Şöyle kitabıma dalayım, müziğimi dinleyeyim, ruhumu dinlendireyim mi diyorsunuz?... O zaman doğru adres, hiç tartışmaya bile gerek yok, Küçükkuyu'nun Yeşilyurt Köyü...
Kaz Dağları'nın eteğindeki bu mücevheri yaklaşık 15 yıl önce keşfettim ve o gün bugündür, her sene, bazen yazın, bazen ilkbaharda, bazı yıllar sonbaharda, bir kez de kış mevsiminde Yeşilyurt Köyü'ne kaçtım birkaç gün. Hatta öyle bağlandım ki buraya, evlenmek için bile bu köyü seçtim...
Tertemiz denizi, oksijen zengini havası ve bunaltıcı olmayan yazları sayesinde özellikle emeklilerin gözde yazlık mekanı olan Küçükkuyu'dan sadece 1 kilometre uzaklıktaki bu dağ köyü, mübadelenin izlerini taşıyor halen. Eski adıyla Büyük Çetmi'de, gayri müslim ve müslüman mahallerinin hepsi taş evlerden oluşuyormuş ve bu doku da halen korunuyor.
Köyde yerel nüfus oldukça azalmış, hatta yüzyıllık çam ağaçlarıyla çevrili okul bile artık kapanmış ama büyük şehirlerin koşuşturmasından kaçıp buraya yerleşen o kadar çok insan var ki, köy halen capcanlı. Kentlerden gelen bu göç, Yeşilyurt Köyü'ne çok farklı bir estetik nitelik kazandırmış.
Köyün küçücük meydanında, köylüler tarafından işletilen köy kahvesi çıkıyor ilk karşınıza. Kahvehane deyip geçmemeli, burada gözlemeden mantıya yerel tatlar kullanılarak hazırlanmış leziz yemekler bulmak da mümkün. Sağ köşede bakkal var, gazeteden ekmeğe süte, günlük tüm ihtiyaçlar dışında Ege'nin ünlü zeytinlerini, zeytinyağlarını, evde yapılmış domates salçalarını, köylülerin topladığı kekikleri ve daha nice Ege zenginliğini de satıyor burası.
Sağda solda, köylü hanımlar tezgah açmışlar, karadut reçeli, karadut suyu, kendi elleriyle ördükleri örgüler, tarhana, tahta kaşıklar ve daha birçok el emeği göz nuru objeyi satıyorlar.
Yeşilyurt Köyü'nde kimi deniz manzaralı, kimi zeytinliklerle kaplı dağ manzaralı bir çok butik otel var, Çetmihan, Öngen, Erguvanlı Ev, Şahmeran Konak bunlardan sadece birkaç tanesi. Ama benim için bir tanesi var ki, hem konumu, hem konforu hem de insanlarıyla vazgeçilmez: Manici Kasrı...
Köyün en uç noktasındaki bu otelin (otel demeye dilim bile varmıyor, o derece ev gibi) her bir santimi özenle, itinayla hazırlanmış... Meydandan itibaren, köyün dar ve taş olduğu için hayli sarsıcı yollarından bir iki dakika ilerledikten sonra Manici Kasrı etkileyici taş binasıyla sizi karşılıyor.
Avlusuna adım attığınız anda ise, hiç abartmıyorum, bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz. Şırıl şırıl bir su sesi geliyor süs havuzundan, inceden bir dingin müzik çalınıyor kulağınıza, dağlardan gelen buram buram taze kekik ve çam kokusu sizi karşılıyor. Hele de bir de yazın gelmişseniz, cırcır böceklerinin hoşgeldin şarkısı eşlik ediyor bu karşılama merasimine.
Burada hiçbir şey sıradan değil. Avludaki oturma düzeni, iç mekanlardaki detaylar, yiyecek ve içeceklerin servis ediliş şekli, yemekler, odalar... Her biri emek verilerek, özenle seçilmiş, hazırlanmış. Odaların her biri farklı bir dekorasyona sahip (her gidişimizde ayrı bir odada kaldığımız için, bizzat gördük). Televizyon yerine her odada şömine var.
Ortam öyle ki, sizi kendinizle, yanınızdaki kişiyle baş başa kalmaya, güzellikleri yeniden keşfetmeye yönlendiriyor... Akşamları terasta otururken karşıda dağların arasındaki Küçük Çetmi Köyü'nün ışıkları yanınca ortaya çıkan mükemmel manzarayı seyrederken ilham perilerinin bile size yaklaştığını hissedebilirsiniz.
Yemekleri bile kendine özgü Manici Kasrı'nın: akşam yemekleri set menü ama çeşit çeşit otlardan yapılmış zeytinyağlılar, ısırgan otlu köfteler, kızarmış elma tatlıları... Ve tabii ki bir de Sami Bey var.. Otelin her şeyi... Bir bakıyorsunuz telefonda rezervasyon taleplerini alıyor, bir bakıyorsunuz yanınızda sizinle derin bir sohbete dalmış, bir dakika sonra leziz bir şarap getirmiş size...
Yazın geldiyseniz, Yeşilyurt Köyü'nden arabayla beş dakika mesafede, Assos yolu üzerindeki plaja da gidebilirsiniz. Köydeki tüm otellerin bu yol üzerine kendi plajları var zaten. Tertemiz ama bir o kadar da soğuk bir deniz, zeytin ağaçları, cırcır böcekleri ve güneş dışında bir de sadece huzur var bu plajlarda.
Öğlenleri isterseniz plaj bölümünde çıkan zeytinyağlılardan köftelere, mantıdan hamburgere her çeşit yemeği yiyebilirsiniz. Ya da isterseniz, arabayla birkaç dakikalık mesafedeki restoranlardan birine gidebilirsiniz.
Bu restoranlardan Gulet Restoran, tam sahilde, yaz kış açık olan, taze balıklarıyla, kendi bahçesindeki zeytinliklerden gelen zeytinyağı ile hazırlanmış salatalarıyla ve sevimli ortamıyla en çok tavsiye edeceklerimin başında geliyor.
Bir de Küçükkuyu'nun içinde, biraz daha "beach" havası taşıyan, daha "şehir şehir" olan bir mekan var: Hasanaki. Burada hem balık, hem et yemekleri bulmak mümkün, hepsi de gayet leziz ama fiyatları İstanbul'daki Boğaz balıkçılarının fiyatlarını aratmıyor.
Yeşilyurt Köyü'ne gelmişken, bu kadar inziva yeter deyip, etrafı da gezmek isterseniz, eğer ziyaretiniz Cuma gününe denk düşerse, semt pazarını sakın kaçırmayın derim. Hiçbir şey almasanız bile, taptaze meyveler, sebzeler, birbirine karışan baharat kokuları, köylerden gelenlerle sohbet paha biçilmez bir deneyim olacaktır.
Küçükkuyu limanındaki kahvelerden birinde akşam üstü bir çay içmek, balıkçıların limanda ağlarını düzenlemelerini seyretmek, tadı damağınızda kalacak midye dolmaları ayaküstü atıştırmak, bunların hepsi mümkün bu güzel beldede. Ana caddedeki Adatepe Zeytinyağı Müzesi'ni de gezebilirsiniz, zeytin temalı objelerden zeytinyağına, zeytinyağından yapılma sabunlara çok zengin bir ürün yelpazesi olan müze mağazasından alışveriş yaparak köylülere maddi destekte de bulunabilirsiniz.
Gezme menzilinizi biraz genişletirseniz, Güre sınırları içindeki Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi'ne gidebilir, Yeşilyurt Köyü'nden de görülen, hayli sakin olan Küçük Çetmi Köyü'nün köy kahvesinde bir Türk kahvesi eşliğinde köyün yaşlılarıyla sohbet edebilirsiniz...
Ama bilin ki, Yeşilyurt Köyü'ne bir kere adım attınız mı, buranın müdavimi olacaksınız....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder