1700'lü yıllardan itibaren arkeologların ilgi merkezine giren Afrodisias, ulaşımının nispeten daha zor olması nedeniyle, Efes ya da Bergama ile karşılaştırıldığında ülkemizin daha az bilinen, ancak bir kere görüldü mü, ziyaret edenleri büyüleyen bir antik şehri...
1982'de Osman Hamdi Bey'in ziyaret edip, arkeolojik kazıları başlatma kararını verdiği Afrodisias'ı günümüze kavuşturan ünlü arkeoloğumuz Kenan Erim olmuş. Kazıları, ancak, üzerine kurulu Geyre Köyü'nün taşınması ile başlayabilen Afrodisias, M.Ö. 5. yüzyılda kurulmuş, zengin ve refah içinde yaşayan bir kent olarak tarihe geçmiş. İçindeki, dönemin ünlü heykelcilik okulu, İyonya bölgesindeki birçok muhteşem heykelin aynı coğrafyada bir tesadüf eseri buluşmadığının en önemli açıklaması.
Döneminde sanatın da merkezi olan bu antik kent, Roma İmparatorluğu döneminde pagan bir kent olarak yaşamına başlamış ve Bizans İmparatorluğu hükmü altında yedinci yüzyıla kadar aynı önemli konumu bu kez Hristiyan bir şehir olarak sürdürmüş.
Antik kente ulaşım, bugün traktörden dönüştürme küçük vagonlarla yapılıyor.
Önce, sağlı sollu sütunların ve lahitlerin süslediği bir yolda ilerliyor ve heybetli bir çin kavağının kapladığı ana meydana geliyorsunuz.
Meydanın sağında Afrodisias Müzesi yer alıyor. Müzeyi, antik şehri gezdikten sonra görmek, teşhir edilen eserleri daha iyi anlayabilmek ve konumlayabilmek adına daha uygun. Meydanın solunda ise, oldukça zengin bir seçki içeren müze dükkanı ve sevimli bir müze kahvesi yer alıyor.
Arkeolojik kazıların halen devam ettiği antik kent, hele de bahar mevsiminde gittiyseniz, yüzlerce yıllık taşlar arasından fırlayan gelincikleri, ağaçtan ağaca atlayan sincapları, Babadağ'ın halen karlı tepeleri önünde yükselen sütunları ile insanı bambaşka bir evrene taşıyor.
Diğer antik kentlere nazaran çok daha boş olan Afrodisias'ta insan yarım günden fazla zaman geçirebilir. İnsanı en çok etkileyen ilk kalıntı, Afrodisias'ın tanıtım fotoğraflarında da sıkça gördüğümüz Tetrapylon. Şehrin süslü giriş kapısından geriye kalan bu kalıntı ikinci yüzyılın ortalarına tarihlendiriliyor.
Ama şehrin bence en etkileyici kalıntısı Stadyum. Akdeniz havzasında antik dönemden kalan en iyi korunmuş Stadyum olan bu devasa tesis, 262 metreye 56 metre olan boyutuyla 30.000 seyirci kapasiteli ve biraz onarılsa, çimleri temizlense, adeta Olimpiyatlara ev sahipliği edebilecek bir izlenim bırakıyor insanda. İlk başlarda atletizm için kullanılmış olan bu Stadyum, Afrodisias'ın ilerleyen yıllarında bir arenaya dönüşmüş, hatta sirk ve hayvan oyunları için de kullanılmış.
1962'de kazara keşfedilen Odeon ise, bir zamanlar üstü kapalı bir konser merkezi imiş. Yaşanan depremler sonucu bugün sadece sahne ve seyirci alanları geriye kalmış olsa da, Odeon halen görenleri büyüleyen bir kalıntı.
Şehre adını veren Afrodit'e adanmış bir tapınak da tabii ki var bu antik kentte. Tapınak daha sonraları bir felsefe okulu olarak kullanılmış.
Kentin Agora'sı ise, M.Ö. birinci yüzyıla tarihlendirilen, şehrin kalbini oluşturan bölüm. Günümüzde, yılın belli dönemlerinde kısmi olarak sular altında kalsa da, bu agora azametiyle insanı öylesine etkiliyor ki, durup, yüzyıllar önce insanlarla dolu halini hayal etmek istiyorsunuz karşısına kurulup.
Afrodisias'ın da tıpkı diğer antik kentlerin olduğu gibi, büyük bir tiyatrosu bulunuyor. M.Ö birinci yüzyılda inşa edilen tiyatronun kazı işlemleri 1962'de National Geographic'in katkılarıyla yine Kenan Erim tarafından başlatılmış. Tiyatro Afrodisias'daki görkemli şehir yaşamının en etkileyici kalıntılarından biri.
Bu antik kentin alamet-i farikası ise, 1979'da keşfedilen Sebasteion. Roma İmparatorlarının tanrı kabul edildikleri döneme ait bu tapınak, yüzyılın en önemli arkeolojik keşiflerinden biri sayılıyor. Helenistik ve Roma üsluplarını birleştiren bu tapınak, aynı zamanda, kentin heykelcilik okulunun en güzide eserleriyle bezenmiş.
Bu muhteşem tarihi gün yüzüne çıkartan ünlü arkeoloğumuz Kenan Erim'in kabri de, ömrünü vakfettiği bu antik kentin içinde yer alıyor ve bu topraklarda hayranlıkla yürüyen her bir ziyaretçinin duasını alıyor.
Afrodisias'ı taçlandıran ise, ana meydandaki müze. Geyre Vakfı'nın katkılarıyla genişletilen bu müze, kalıntılar arasında bulunan heykel ve kabartmaların orijinallerinin çok kapsamlı açıklamalarla ve son derece profesyonel bir sunumla sergilendiği, modern müzeciliğimizin tek kelime ile medar-ı iftiharı...
Antik kenti gezdikten sonra bu müzeyi görünce, insan geçmişe gömülmüş bu uygarlığı çok daha net bir şekilde gözünde canlandırabiliyor.
Afrodisyas, sadece arkeoloji meraklılarını değil, insanoğlunun yarattığı ve yok ettiği medeniyetleri merak eden tüm gezginleri ağırlamaya hazır, bekliyor...
Not 1: Afrodisias'la ilgili kaynak arayanlara, Kenan Erim'in Net Yayınları'nca basılmış Afrodisias adlı eserini tavsiye ederim
Not 2: Civarda keyifli bir yemek isterseniz, yaklaşık 2-3 kilometre ötedeki Anadolu Restaurant'ı tavsiye ederim.
Her ne kadar tamamen turizm odaklı bir lokanta olsa da, papağanı eşliğinde saz çalan ozanıyla, otantik ortamıyla, temizliğiyle, leziz yemekleriyle ve yaşlı bir köylü karı-kocanın el emeği göz nuru oyalarını sattıkları küçük alışveriş köşesiyle çok sevimli bir mekan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder