Mardin birçoğumuz için Güneydoğu Anadolu'nun mistik bir kenti... Abbara denen geçitleri, taş ustalarının hünerleriyle işlenmiş yüzlerce yıllık binaları, ama benim için en çok önündeki uçsuz bucaksız ovanın semalarında özgürce uçan yüzlerce kırlangıcıyla insanı bir masal alemine taşıyan köklü bir şehir... Hele de turistik boyutunun dışına çıkmayı başarabilirseniz, sizi içine çekip girdabına katan bir coğrafya....
NELER YAPILIR?
Şehrin Suriye sınırına kadar uzanan ovasına bakan bir terasta, sabahın ilk saatlerinde, ovaya pus ve kırlangıçlar hakimken, hele bir de baharda gittiyseniz pıtrak güllerin mayhoş kokuları içinde hayallere dalınır...
Birbirine geçmiş abbaralarda dolaşılır, kaybolunur, her kayboluşta yepyeni bir güzellik keşfedilir...
Ana caddede işleyen minibüslere binilir, yerel halkla sohbet edilir, sohbet edilmezse sohbetlere kulak verilir, beş-on dakikada ne hikayeler öğrenilir...
Tarihi Sipahiler Çarşısı'nda dolaşılır, üzerlerinde taptaze sebzelerden rengarenk kumaşlara, açıkta satılan peynirlerden şahmeranlı turistik eşyalara binbir çeşit ürünün sergilendiği tezgahlar arasında gezilir...
Antikacıların vitrinlerinden taşan geçmiş için dükkan sahipleriyle keyifli keyifli pazarlık yapalır...
Acıkınca, ikliçe adı verilen ekmeklerden bir tane alınır, sokakta ucundan kopara kopara yenir...
NERELER GEZİLİR?
1890 yılında şehrin önde gelen ailelerinden Şahtana ailesinin yaptırdığı ve şehrin en büyük U planlı evlerinden olan, bir dönem hastane, bir dönem ise PTT binası olarak hizmet veren taş işleme sanatının en güzel örneklerini içeren bina gezilir, üst avludan şehrin fotoğrafları çekilir...
1385 yılından kalan, içinde Sultan İsa Türbesi ve eski kitabeler de yer alan, bir dönem rasathane olarak kullanılmış Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi ziyaret edilir, doğum-hayat-ebediyet üçlemesini simgeleyen suları seyredilir (duvardan akan su doğumu, küçük akaktan akan su yaşamı, büyük havuzda biriken su ise ölümü yani ebediyeti anlatır), terasından uçsuz bucaksız Mezapotamya manzarası seyredilir
Süryani Kadim Kırklar Kilisesi'ne gidilir, 569 yılından kalan, 1928'e kadar dini eğitim de verilen bu ruhani mekanda tarih yaşanır...
1895'te Süryani Katolik Patrikhanesi olarak inşa edilen, bir dönem sağlık ocağı, karakol, siyasi parti merkezi görevi gören,1995'ten bu yana ise Mardin Müzesi olarak kullanılan binada, ağırlıklı olarak bölgenin arkeolojik tarihine şahit olunur, müzenin Kent Müzesi'nin gölgesinde kaldığı açıkça müşahede edilir...
NERELERDE YEMEK YENİR?
Gitmişken kitel raha yani Süryani içli köftesi mutlaka yenir... tercihan, buraya başka restoranları denedikten sonra gidilir, yoksa Mardin'de başka restoran kolay kolay beğenilmez...
Bir öğle yemeğinde mutlaka Kebapçı Rıdo'ya gidilir... Ufacık ve dar mekanda, kebabın en âlâsı 20 dakikada yenir, menü falan istenmez, fiks yemek önünüze gelir...
Müzikli bir gece isterseniz Antik Sur Restoran'a gidilir. Gürültü, kakafoni ve lezzetsiz yemeklerle bile insanların nasıl eğlenebileceği sosyolojik açıdan izlenir...
Erdoba Evleri'nin mahzen izlenimi veren restoranında, ortam çok iç açıcı olmasa da tadı unutulmaz İkbeybet yani haşlanmış içli köftelerden yenir..
NEREDE KALINIR?
Ovaya kuşbakışı konumlanmış, terasında oturmanın keyfine doyulmaz, konumu sayesinde şehrin en iyi oteli olan ama maalesef müşteri odaklı olmaktan uzak hizmet anlayışı yüzünden bu özelliğini pekiştiremeyen Erdoba Konakları'nda herşeye rağmen kalınır... Ama mutlaka oda seçiminde dikkat edilir, yoksa penceresi olmayan ve iki kişinin birbirine değmeden yürüyemeyeceği kadar ufak odalara mahkum kalınabilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder